SAMİ DAYANGAÇ


1993 YILINDA NELER OLDU?

GÖZLEM - Sami DAYANGAÇ


Özal'ın hayatını kaybettiği 1993 yılı, Türkiye için en karanlık olayların gerçekleştiği uzun bir yıl oldu. Cinayetler, saldırılar, şüpheli trafik kazaları ve uçak kazalarının çokça gerçekleştiği 1993 yılı, hala gizemini koruyor. O yıl gerçekleşen olayların büyük bir kısmı hala esrarını korurken, önemli bir kısmına ait dosyalar, Ergenekon soruşturması kapsamında yeniden açıldı.

İşte 1993 yılında gerçekleşen ve çoğu hala aydınlatılamayan belli başlı olaylar:

Uğur Mumcu cinayeti ile başladı

1993'te olaylar 24 Ocak'ta Uğur Mumcu'nun öldürülmesiyle başlıyor. Cumhuriyet Gazetesi’nin sayfalarında olayın arkasında daha ilk gün 'İslamcı terör' olduğu vurgulandı. Gazetenin başyazısında Uğur Mumcu'nun laikliği savunduğu için öldürüldüğü söylendi ve manşette İslami Doğuş Akıncılar cephesi ve PKK'nın üstlendiği iddia edildi. Dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden cinayetle ilgili olarak "Mumcu değil, bin aydını öldürseler şeriatı getiremezler" demişti.

Adnan Kahveci'nin şüpheli kazada ölümü

Anavatan Partisi Milletvekili ve eski Maliye Bakanı Adnan Kahveci, 5 Şubat 1993 tarihinde eşi ve iki çocuğu ile birlikte Bolu-Gerede yakınlarında trafik kazası geçirdi. Kahveci ve eşi olay anında hayatlarını kaybederken, 17 yaşındaki çocukları Aslıhan Kahveci yaralı olarak kurtuldu ancak, bitkisel hayata girdi ve 10 gün sonra öldü. Kahveci'nin yeni yapılan otobanda ters yola girerek kaza yapması, çeşitli şüphelerin ortaya atılmasına sebep oldu.

Eşref Bitlis'in ölümü

17 Şubat 1993'te Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis'i Ankara'dan Diyarbakır'a götüren askeri uçak havalandıktan kısa bir süre sonra Esenboğa'ya acil iniş istedi, fakat iki motorundan birinin alev alması sonucu Yenimahalle'de yere çakıldı. Gazeteler kazanın bir ihmalden kaynaklanabileceğini yazdı.

Bitlis ölümünden bir hafta önce Suriye, İran ve Irak Dışişleri Bakanlarıyla PKK'nın bitirilmesi için görüşmeler yapmıştı. Bitlis, PKK ile mücadelede diplomasi ve sosyo-ekonomik tedbirlere ilişkin görüşleri ile biliniyordu.

Turgut Özal'ın ölümü ve zehirlenme iddiaları

17 Nisan 1993'de Cumhurbaşkanı Turgut Özal Köşk’ün bahçesinde saat 10: 35'de kalp krizi geçirdi. 11: 05'te Köşk’e ambulans geldi ve Gülhane Askeri Hastanesi’ne götürülmek üzere hareket etti. Gülhane Hastane'si yetkilileri hastanın en yakın hastane olan Hacettepe'ye götürülmesini istedi. Doktorlar, Özal'ın saat 14: 30'da vefat ettiğini açıkladı. Özal'ın koruması öldürüldüğünü ve otopsi yapılması gerektiğini iddia etti fakat hastane yetkilileri kalp krizinden öldüğünü otopsiye gerek olmadığını söyledi.

Ateşkes ve PKK'lılara af girişimi 33 erin öldürülmesiyle baltalandı

PKK, 23 Mart'ta ateşkes kararı aldı. Karardan sonra Bakanlar Kurulu, 25 Mayıs 1993'te PKK'ya yönelik genel af gündemiyle toplanacaktı. O gün 35’ er Malatya- Bingöl karayolunda öldürüldü. Askerlerin silahsız ve korumasız olması, PKK'nın önceden istihbarat bilgisi alması akıllarda soru işaretleri bıraktı. Bu eylemden sonra af tasarısı rafa kalktı.

Saldırının PKK tarafından yapıldığı açıklandı fakat bu olayı bazı PKK'lı gruplar sahiplenirken bazıları askerleri kendilerinin öldürmediğini söylediler.

Başbağlar, Sivas'ın rövanşı mı?

2 Temmuz 1993'te Sivas'ta Pir Sultan Abdal Kültür ve Sanat Etkinlikleri için gelen Aziz Nesin ve arkadaşları protesto ile karşılaştı. Gösteriden sonra Madımak Oteli ateşe verildi ve 33 kişi yanarak can verdi. Sabah Gazetesi manşetinde olayları İran yanlısı Aczimendi Tarikatı’nın başlattığını iddia etti.

6 Temmuz 1993'de Erzincan Başbağlar Köyü basıldı, Sivas'ın intikamını aldıklarını söyleyen kimliği belirsiz kişiler 27 erkeği kurşuna dizdi ve 5 kadını da yakarak öldürdü.

Lice'de Tuğgeneral öldürüldü

Diyarbakır Lice'de 22 Ekim 1993'de PKK'lılar ile askerler arasında çatışma çıktı, Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın uzun namlulu silahla öldürüldü. Tuğgeneral'in öldürülmesi üzerine başlatılan operasyonda Lice'nin üzerini siyah dumanlar kapladı. Bilanço ağırdı: 30 ölü, çok sayıda yaralı, 74 gözaltı, 400 ev ve iş yerinde ağır hasar... PKK, çok sansasyonel bir eylem olmasına rağmen Bahtiyar Aydın cinayetini hiçbir zaman üstlenmedi. Bir PKK itirafçısı yıllar sonra yaptığı açıklamalarda Aydın cinayetinin arkasında JİTEM olduğunu iddia etmişti.

Aynı gün Siirt'te de düzenlenen saldırıda 13'ü çocuk, 9'u kadın 22 kişi öldürüldü.

Ahmet Cem Ersever öldürüldü

PKK ile mücadele adına yapılan kanunsuzlukları ve uyuşturucu ticareti gibi yasa dışı faaliyetleri mahkemede açıklayacağını söyleyen eski Diyarbakır JİTEM Grup Komutanı emekli Binbaşı Ahmet Cem Ersever, duruşma için gittiği Ankara'da öldürüldü. Cesedi 4 Kasım 1993'te bulundu.

Bu olayların birçoğu hala aydınlatılamamış olarak gizemliliğini koruyor.

Kürt meselesi ile yakından ilgilenen Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Uğur Mumcu’ya bombalı suikast,

Yine Kürt meselesi ile alakalı rapor hazırlayan ANAP’ın gözde bakanlarından Adnan Kahveci’nin şüpheli bir kazada ölümü,

Aynı meselenin çözümü ile uğraşan Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’in uçağının düşmesi sonucu şehit oluşu,

Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın şüpheli ölümü (Naaşında zehir bulundu ama ‘zehirlenerek öldürüldü’ denilemedi),

68 canı yitirdiğimiz Madımak ve Başbağlar Katliamları,

Tezkere alan 33 askerimizin şehit edilmesi,

Van’da yakılan otelde 11 vatandaşımızın katledilmesi,

Şırnak Çelik Karakolu baskınında 16 erin şehit edilmesi,

HEP’in kurucularından Mehmet Sincar’ın öldürülmesi,

Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın’ın, emekli Binbaşı Cem Ersever’in suikast sonucu şehit edilmesi,

Siirt Şirvan’da çoğu çocuk ve kadın 23, Baykan’da 22, Erzurum Yavi’de köy baskınıyla 35 masumun katledilmesi,

Tunceli Pertek’te 4 öğretmenin şehit edilmesi,

Musevi iş adamı Jack Kamhi’ye suikast girişimi gibi daha neler neler…

O sene iktidarda DYP ile birlikte, CHP’nin uzantısı DSP vardı.

Bir seneyi zor dolduran koalisyonların ardından 1996’da Refahyol iktidara geldi ama onun da akıbetinin 28 Şubat kararlarıyla ne olduğunu biliyorsunuz.

 ***

Eski Türkiye böyle bir şeydi işte…

Karanlık, kirli, kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan, vatandaşın sürüm sürüm süründüğü, bunun da kimsenin umurunda olmadığı, otel odalarında yahut iş adamlarının villalarında hükûmetlerin kurulup, hükûmetlerin yıkıldığı bir dönem.

Milletin tercihinin çok fazla önem arz etmediği, kim iktidara gelirse gelsin, en nihayetinde ‘gücü elinde bulunduran’ muktedirlerin, azınlık olmasına karşın seçkin CHP’lilerin dediğinin yapıldığı bir sömürü düzeniydi eski Türkiye.

Tamamen dışa bağımlı ve güdümlü iktidarlar döneminde, kalabalık muhafazakâr kesim ise en büyük ayak bağıydı.

Sandığa gidince Menderes’i, Erbakan’ı, Türkeş’i, Özal’ı falan Başbakan seçiyorlar, sonra bu efendiler onları terbiye etmeye, gerekirse ortadan kaldırmaya yahut darbe ile indirmeye uğraşıyorlardı.

Bunun altyapısını hazırlamak için de Ali Kalkancı, Müslüm Gündüz gibi tipleri kamuoyu önüne sürüp, ülkenin en büyük yekununu teşkil eden dindarları aşağılamaları ve baskılamaları gerekiyordu.

Başta ordu olmak üzere, devlette ‘mezhepçi’ kadrolaşma hesabı güdenler de, bu kesimle birlikte bol bol kirli kumpasların üzerinde tepiniyordu…

Çünkü işleri kolaylaşıyordu!

 ***

Lafı uzatmayayım…

Bunca şeyi neden anlattım?

Huylu huyundan vazgeçmiyor…

Yıl olmuş 2020, bunlar hâlâ aynı senaryoyu yazıyor.

Ne idüğü belirsiz yeni sahte şeyhler türetip, bu ülkedeki dindarları, milliyetçi muhafazakâr kesimi aşağılamaya, karalamaya devam ediyorlar.

Dilleri öyle uzun ki, kendi ürettikleri sahtekârlar üzerinden bütün İmam Hatip’lilere, aslında bütün dindarlara tacizci, tecavüzcü yaftası yapıştırıyorlar.