H. Ali YILDIRIM


AB SÜRECİNDE KİMLİK ETKİSİ

Yeni Dünya - H. Ali YILDIRIM


Geçenlerde, yönetici bir akademisyen tarafından kaleme alınmış ?AB Sürecinde Kimlik Problemleri? konulu bir kitap okuyordum. Oradaki yaklaşımlar ilgimi çekti. Bunlardan bazıları mealen şöyle; 1-?Kimlik oluşumu için oluşturucu bir ?öteki´ gereklidir ve Türk Toplumu yüzyıllarca Avrupa uluslarının oluşturucu ötekisi oldu?. 2-?Batılılaşma kendi içinde hatalı bir kavramdır. Toplumlar kendi tarihlerinin bir ürünüdür. Toplumlar kendinden farklı bir topluma geçemezler. Ortak tarihi olmayan ulusların birlikte şimdiyi yaşamaları mümkün değildir?. 3-?AB Uluslarının tamamı Hristiyan´dır, Türkiye´nin ise %99´u Müslüman´dır. Değerlerin inançla birlikte oluştuğunu düşünürsek bir aradayken ulusal ülküler çatışabilir?.

Birinci yaklaşımdan anladığım şu oldu; Kimlik bir sınır çizmektir ve kırmızı çizgi olarak bir karşıtlık gerektirir. Yani bir açıdan ?ne olmayacağınızı´ tanımlamak ta kimlik oluşturmak için gereklidir. Bu çok doğru bir önerme olarak durmaktadır çünkü yaratılış kanunlarında ?Her şey tersi ile var olur´ şeklinde bir kural vardır. Yani yaşamın soğuk ve sıcak, gece ve gündüz gibi birbirinin zıttı kavramlar ile yaratıldığını görürsek, Avrupalının da kimlik tanımda, ?Türk´ ü zıttı (Benzemeyeceği şey) olarak kabul etmesi tuhaf durmaz. Öyleyse asırlarca ?öteki´ olarak algılanmış bir topluluğun, şimdi ?Biz aynıyız´ durumuna geçmesi mümkün gözükmemektedir. (Not: Fuat Köprülü 1949´da batılılaşma için, ?Bizim için hazin, yabancılar için gülünç´ demiş?)

İkinci yaklaşımdaki ?Ortak tarih´ meselesi ise konuyu ?Dün´ e çekiyor. Dün olanlar, yani tarih, bugüne ışık tutar. Ortak değerler ise düne bakmadan bugün kaleme alınıp insanlara ?Ezberleyin ve buna göre yaşayın´ denilebilecek bir liste değildir. Bu ancak ve ancak ortak yaşanmışlıkla yani tarihle mümkündür. Bu yaşanmışlıkların tarihi derinliği ?şimdi´ den ne kadar geride başlamış ise ortak yaşam bağları da o kadar köklü olacaktır. Bu görüş, Avrupa Ulusları ile Türk Ulusunun bugün bir araya gelmeleri halinde, ortak yaşanmışlık olmaması ve aynı duyguları hissetmemeleri nedeniyle birbirlerine pek ısınamayacakları, birbirlerini anlamayacaklarını ima etmektedir. Davranış Bilimlerine ?Ruh faktörü´ nü katan Ünlü Psikolog Kuramcı Carl JUNG ise, bilinçten ziyade ruhun okuyabildiği ?Kolektif Bilinçaltı´ diye bir kavramdan bahseder. Yani insanda olduğu gibi toplumların da ortak bilinçaltı olduğunu söyler. Ona göre, ortak yaşanmışlıkları olan insanlar, ortak bilinçaltı anlayışına sahiptir. Kaç kuşak geçerse geçsin, bu anlayış onların dayanışma içerisinde birlikte yaşamasına zemin oluşturur. Bu teori yazarımızı destekliyor. Diğer yandan, 1999 yılında Bosna´da görevli olduğum sırada Hırvatistan´da bir manastırı ziyaret etmiştik. Manastırda korumalı bir odada, duvarda Fatih Sultan Mehmet´in ?Hristiyanlar benim himayem altındadır´ konulu 500 yıllık orijinal fermanı asılı idi. Orada Başpapazın şu sözü beni çok etkilemişti: ?Çocukken annem ben ve kardeşlerimi uyumaya razı etmek için ?Hemen uyu yoksa Türkler gelir, şşşştt!´ derdi, bunu büyük büyük annem de yaparmış?. O tarihte (1999) papaz en fazla 45 yaşındaydı demek ki annesi bunları 1960´larda söylemiş. 1960´larda Türk tehdidi diye bir şey yoktu. O halde Viyana Kuşatmasının 1683´te olduğunu hatırlarsak bu algının nasıl kuşaktan kuşağa geçtiğini görebiliriz. Bu da Carl JUNG´u doğruluyor...

Üçüncü yaklaşımdaki din konusuna ilişkin olarak; AB´nin bir ?Hristiyan Kulübü´ olduğu söylenir. Gözümüzün önünde yanan Ortadoğu´ya bakarsak durumu anlarız. Ne hikmetse, terör örgütleri de, ölenler de Müslüman ama örgütleri kuranlar batılı. Parayı da yine Ortadoğu´dan sömürü ve silah zoruyla temin ediyorlar. Buna ?Derenin taşıyla derenin kuşunu vurmak´ deniyor. Algıyı Müslümanların ?kötü´ olduğu kök inancı üzerine kurduklarını görmek zor değil. Bu da bize Türkiye Avrupa´yı kabul etse bile Avrupa´nın Müslümanlığa nasıl (Haçlı) baktığını anlatıyor?

Yazar, kitabında AB sürecinin yanlış olduğunu savunmuyor, ancak bir bilim adamı olarak çözülmesi gereken sorunlara işaret ediyor. Bu yaklaşımların devlet otoritesi tarafından da bilinmemesi imkânsızdır. Zira AB süreci devlet politikaları ile yürütülmektedir ve bu süreç diğer devlet politikaları ile birlikte anlamlıdır. Bundan ötesi devletin işi, ne olacağını ancak zaman içinde öğrenebileceğiz. Belki de bu sürecin, bizim değişen dünyaya çabuk ayak uydurmamızı sağlayacak, Avrupalıların da ?Haçlı´ lığını giderecek bir etkisi vardır, kim bilir?