ASIM CENGİZ GÜR


ÂDİL OLMAK

Notlar - Asım Cengiz GÜR


Şeyh Hafız-ı Sadi Şirazi 1210 da İran Şiraz´ da dünyaya geldi. Çocuk yaşlarında babasını kaybetti. Dedesi ile amcası tarafından iyi bir eğitimle yetiştirildi. 7 yaşında kurra hafızı oldu. Nizâmiye Medreselerinde okudu. Çok diyarlar geçti. Hadis, fıkıh, kelam gibi ilimlerdeki birikimine rağmen, ârifane olarak adlandırılan nasihat kitapları ile anılmıştır. Yüce Allah ona ve cümle geçmişlerimize rahmet eylesin. Onun eserinden bir kıssayı hisselenelim diye aktaralım.

?Doğu taraflarında hüküm süren bir padişahın iki oğlu varmış. Kılıç kullanmada, ordu idaresinde pek becerikliymişler. Babayiğit, cesur, cüsseli, iyi düşünceli, bilgili kimselermiş. Oğullarının marifetlerini gören babaları, ölümünden sonra aralarında savaş çıkmasın diye, ülkesini ikiye ayırıp aralarında pay etmiş. Bir zaman ecel, ümit ipini kesmiş ve babaları hakkın rahmetine kavuşmuş. Şehzadelerin ikisi de hallerinden gayet memnun yaşıyorlarmış. İkisinin de epey yüklü hazinesi, sayısız askeri varmış. Bir başına kalan şehzadeler, kendi görüşlerince yol tutmuşlar. Biri, isminin hayırla anılması için adalet yolunu tercih ederken; diğeri, daha çok zengin olmak için zulüm yolunu seçmiş.

Âdil şehzade, lütuf ve ihsanı kendine âdet edinmiş, yoksullarla düşkünlere kol kanat germişti. Misafirhaneler, tekkeler, zaviyeler yaptırmış; askerlerine iyi bakmış; yoksullar için aşevleri açtırmıştı. Hazinesi tamtakır olmuş ve fakat askerlerin kesesi dolup taşmıştı. Tabi ki böylesi bir memlekette yaşamak çok kolay, zira huzur isteyen herkes oraya koşar. O, iyi adla anılmak isteyen şehzade, güzel huylu, doğru işli idi. Her konuda halkının gönlünü alıyor, gece-gündüz Rabbine şükrediyordu. Karun gelse, o ülkede korkusuzca yürür gezerdi. Padişah, âdil; halk, tok olduktan sonra insan neden suç işlesindi! Kısası, şehzade zamanında kimsenin gönlüne değil diken, bir gül yaprağı bile dokunmamıştı. Gücünü saltanattan değil, halkından alarak nice padişahların önüne geçmişti. Etrafındaki ulu kimseler bile onun fermanına gönül rızasıyla boyun eğmişti.

Peki ya ötekisine, hani zulüm ve kötülük yolunu tutan diğer şehzadeye ne oldu? Bu şehzade hazinesini tıka basa doldurmak için esnaf ve köylüden ağır vergiler topladı. İşadamlarının mallarına göz koydu. Yoksulları daha bir yoksul eyledi. Düşkünleri binbir belaya saldı. Ama asıl kendine düşmanlık etti. Mutlaka arttırmalı ve biriktirmeliyim diye ne yedi, ne içti. Akıllı kimseye malum olur, tutuğu yol hiç de doğru değildi. Zorla altın topluyor, askerlerini aç bırakıyordu. Sonunda dayanmadı askerleri; her biri, bir yerlere dağılıverdi. Ülkedeki zulmü duyan diğer işadamları alışverişlerini kestiler. Köylü, ekmez; esnaf, iş yapmaz oldu. Halk aç ve sefil, kahroldu. İkbal ve saadet bitince, düşman orduları hücuma geçti. Ülkeyi perişan ettiler. Feleğin sillesi şehzadenin kökünü kazıdı, neyi varsa elinden aldı. Düşman atlarının toynaklarından çıkan toz, bir uçtan diğerine, ta göğe kadar uzandı. Şehzade perişan haldeydi. Hiçbir ahdine vefa göstermemişken; şimdi kimden, ne vefa bekleyecekti! Vergi toplayacak, para alacak halkı da yoktu ortada. Ahalinin bedduaları kara gönüllü şehzadenin yakasını bırakmadı. Zorbalık yaparak yaşadığından, iyilerin yolunu hiçbir zaman tutmadı. Şehrin ileri gelenleri toplanıp yurtlarını istila eden düşman padişahının huzuruna çıkarak ona şöyle seslendiler: ?Bahtiyar olasın. O zorbanın artık devri bitti. Düşüncesi yanlış, sezgisi hatalıydı. Adaletle hükmetmek dururken, çareyi zulmetmekte aradı? .

İki kardeşin hikayesi işte böyle! Biri, iyi adla anılırken; diğeri, kötü adıyla rezil oldu. Kötülerin akıbeti asla iyi olmaz.?

Kıymetli okurlarımız! Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v)´in dünyaya geldiği yıllarda İran Sasani İmparatorluğunun başında hükümdar olarak Nuşirevan vardır. Bu kişi adaletiyle ün yapmıştır. Sadece İranlılar değil komşu ülke insanları dahi onun adaletine hayran kalmışlardır. Kırk sekiz sene hükümdarlık yapmıştır. Nuşirevan, o yıllarda hayli güçlü olan Göktürk Hakanı´nın kızıyla evlenmiştir. Bu evlilikten peş peşe üç kız dünyaya gelir ki, İslam tarihinin en önemli şahsiyetlerinden olurlar. Hazreti Ömer döneminde yıkılan Sasani İmparatorluğu´na mensup önemli kişiler esir olarak Medine´ye getirilir. Aralarında Nuşirevan´ın kızları da vardır. Anneleri Türk Hakanı´nın kızı, babaları da İran hükümdarı olan bu kızlara Hazreti Ömer (Allah ondan razı olsun) kıyamaz ve Ashab-ı kiramdan üç ünlü zatın çocuklarıyla evlendirir.

Hükümdar Nuşirevan, hastalanmış, ölüm döşeğine yatmıştı. Evlâtlarını toplayıp onlara vasiyetlerini söylemeye başladığında, içlerinden biri: ?Baba, senin derdine hiçbir çare bulunmaz mı?? deyince Nuşirevan: ?Olmaz olur mu? Her derdin bir çaresi vardır. Benim derdimin devası ise, viranede öten baykuşun etidir. Eğer ülkemde bir harabede öten baykuş bulur, bana getirirseniz derdimin çaresi bulunmuştur? diye esrarlı bir cevap verdi. Hükümdarın oğulları bu işe sevindiler. Dört yoldan İran´ın her yanında virane aramaya başladılar. Fakat ne kadar aradılarsa bulamadılar. Çünkü hükümdar milletine o kadar hizmet etmişti ki, ülkenin hiçbir yerinde, kendi haline terk edilmiş bir virane bulmak imkânsız hale gelmişti. Hükümdarın çocukları, babalarına üzülerek bir virane bulamadıklarını söylediler. Nuşirevan, zaten bulamayacaklarını bilmesine rağmen, onları bu çabaya sokmuştu. Bu sözler üzerine gülümseyerek son nefesini verdi.

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.); Ben, âdil bir sultan zamanında dünyaya geldim buyurarak onun adâletini övmüştür. Fakat ne yazık ki, Sevgili Efendimiz (s.a.v.)´in risalet görevine başlamasından önce öldüğünden, adaletiyle meşhur bu hükümdara iman nasip olmamış ve Efendimiz (s.a.v.) imansız gittiklerine teessüf ettiği isimler arasında onu da saymıştır. İyi işler yapmış ama iman nasip olmamış, iman nasib olmuş ama zulmetmiş kişilere ne yazık.

Aziz Kitabımızda şöyle buyuruluyor : ?Rablerini inkâr edenlerin/küfre sapanların durumu şudur: Onların yaptıkları (iyi) işler, tıpkı fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu bir kül (yığının)a benzer. (Onların) kazandıklarından hiçbir şey ellerine geçmez?. Yüce Allah (c.c.) iman nimetinden mahrum kılmasın. (âmin).