ASIM CENGİZ GÜR


ALEME SULTAN OLMAK

Notlar - Asım Cengiz GÜR


Bugünkü notlarımız toplumun bir çok kesimi tarafından hakkıyla tanınamamış ve hatta yanlış tanınmış olan Yavuz Sultan Selim Han ile ilgili olacak. Yavuz Sultan Selim, 1470 yılı Ekiminde II.Bayezid´ın oğlu olarak dünyaya geldi. İyi bir eğitim aldı. Fen ilimlerinde, coğrafya, tarih, edebiyat ve din ilimlerinde, arapça ve farsça dillerinde yetkinliği vardı. Şehzadeliği sırasında Trabzon Valiliği yaptı. Bu dönemde devlet idaresi ve askeri konulardaki eğitimini tamamladı.

Babasından tahtı devraldığında 2 milyon 375 bin kilometrekare olan Osmanlı toprağını iki buçuk kat büyütmüştür. Öldüğünde Osmanlı Toprakları 1 milyon 702 bin kilometrekaresi Avrupa´da, 1 milyon 905 bin kilometrekaresi Asya´da ve 2 milyon 905 bin kilometrekaresi Afrika´da olmak üzere 6 milyon 557 bin kilometrekareye (bugünkü toprak büyüklüğümüzün yaklaşık sekiz buçuk katına) ulaşmıştır.

Kutsal topraklar Osmanlı Topraklarına dahil olduğu zamana oradaki idarecilerin kullandığı Hakimü´l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hakimi) sıfatını uygun görmeyip kendini Hadimü´l-Haremeyn (Kutsal beldelerin hizmetkârı) ya da Hadim-i Haremeyn-i Şerifeyn (Mekke ve Medine´nin hizmetkarı) unvanını ilan etmiştir. Bugün bu unvan Suudi Arabistan Kralı tarafından kullanılmaktadır.

Yavuz Sultan Selim Han 1520 yılında eski saltanat merkezi olan Edirne´ye gitme kararı aldığından, hareketten bir gün önce bahçeye maiyetiyle gezerlerken, sırtlarında hissettikleri bir acıdan rahatsız olup, sâdık bendesi Hasan Can´a: "Arkama sanki bir diken batıp acıtır" buyurdular. Hasan Can da: ?Muhtemelen bahçedeki ağaçlardan düşen bir şeydir sultanım. Ferman buyurursanız bakalım? der. Elbise üstünden yapılan incelemede her hangi bir şeye rastlayamadılar. Yavuz Sultan Selim bir middet daha yürüdüler ve aynı şikayette bulundular. Bu sefer elbiseleri çıkartılarak yapılan muayenede ise, bir kıl başı kadar yerin ağarıp, etrâfının kırmızılaştığı görülmüş. Üzerine dokununca; "İşte oldur" dedil Yavuz Sultan Selim. "Nasıl bir şeydir o?? diye sordular, izah edildi. Hasan Can´a ?Bir parça sık!? diye emrettiler. Hasan Can, iki parmağı ile orayı yoklayınca, parmaklarının arası sertleşmiş olduğunu gördü. Heyecanla: "Saâdetlû Pâdişâhım, bu büyük bir çıbandır. Henüz hamdır, olmadıkça zedelemek câiz değildir. Bir münâsip merhem koymak gerektir" dedi.

Ancak Hasan Can da vücudunda çıkan bir çaban sebebiyle birkaç gündür padişah hizmetinden uzak kalmıştı. Padişah onun bu halini kastederek : "Biz çelebi değiliz ki, bir küçük çıbandan ötürü cerrahlara mürâcaat edelim" diye latife yaptı.

O geceyi acı ve ızdırap ile geçiren sultan, ertesi gün çıbanın olgunlaşması için hamama gittiler. Yanında Hasan Can´ın olmadığı bir sırada tellaklara çıbanı iyice sıktırmış. Ancak durum daha da ciddileşmiştir. Zaman geçtikçe o sert madde azıtıp, taştıkça taşmıştı. Pâdişâh, Edirne´ye gitmeye karar verdiğinden ve karar değiştirilmediğinden, Edirne´ye doğru yola çıktılar. Hastalığı gitgide şiddetlendi, ilaç kabûl etmez bir hâl aldı. Çorlu yakınında Sırt köyü denilen yere inildi. Buraya indiklerinde, çıban öyle bir hâl aldı ki, akıntısını kesemediler ve çaresiz o yerde kalmaya karar verdiler.

Padişahtan önce Edirneye gitmiş olan Vezîr-i âzam Pîrî Paşa ve Mustafa Paşa ve Beylerbeyi Ahmed Paşa, orduyu hümâyûna dâvet edildiler. Bunlar gelince askerin içine bir şüphe düşmesin diye, her zamanki mutad işlemler yapılıyor görüldü. Herkes hüznünü belli etmemeye ve neşeli görünmeye çalıştı.

Aradan iki ay zaman geçmişti ve askerler arasında asıllı asılsız haberler yayıldı ve bir ayaklanma olacağının işaretleri belirdi. Yavuz Sultan Selim, tüm ağrı ve sancılarına rağmen giydirildi ve Otağı Hümayün önüne çıkarıldı. Askerler geçit yaptılar ve Sultanı selamladılar.

Çıbana yapılan hiçbir müdahale hayırlı netice vermedi. Her türlü müdahalede Sultanın sâdık bendesi Hasan Can, rahatsızlığın arttığı ve artık ölüm endişesi içine girilen durumda da son nefesine kadar Sultan´ın yanında bulundu.

Yavuz Sultan Selim Han son nefesini vereceği esnada Hasan Can´a:"Hasan Can, bu ne hâldir?" diye seslendi. Hasan Can: "Sultânım, Allahü teâlâ ile olacak zamandır"  diye cevap verdi. Yavuz Sultan Selim : "Bizi bunca zamandan beri kimin ile bilirdin? Cenâb-ı Hakk´a teveccühümüzde kusûr mu gördün?" dedi. Hasan Can cevaben: "Hâşâ ki, bir zaman Allahü teâlânın adını anmayı unuttuğunuzu görmüş değilim. Lâkin bu zaman başka zamanlara benzemediği için, ihtiyâten söylemeye cesâret eyledim" dedi.

Bir müddet daha geçtikten sonra; "Yâsîn sûresini oku!" diye fermân buyurdu. Hasan Can, Yâsin Sûresini baştan sona okudu, Sultan da birlikte tekrar etti. Yâsin Sûresini ikinci defa okurken; "Selâmün kavlen min Rabbirrahîm (Çok merhametli olan Rabbin katından (onlara) söylenen söz ?selâm?dır)" âyetine geldikleri zaman, Yavuz Sultan Selim bir yandan ayeti tekrar ederken diğer yandan önce sağ şehâdet parmağını kaldırıp diğer mübârek parmaklarını sıkıp temiz rûhunu teslim etti. ?Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavga imiş. Bir velîye bende olmak cümleden âlâ imiş? sözü ona aittir. Çok mütevâzi olup, debdebe ve şaşaadan uzak bir hayat sürdü.

?Ben uykularımı, rahat ve huzurumu terk ile din-i mübînin kuvvetlenmesine uğraşıyorum. Eğer maksadımız İslâmı ihyâ etmek (geliştirmek, hayata geçirmek, yaşamak ve yaşatmak) değilse, benim padişahlıkta gözüm yoktur? sözleri de ona aittir.

İdealleri ve kalıcı hedefi olan; merhameti elden bırakmadan hedefine yürüyen yöneticilere örnek bir insandı. Yüce Allah (c.c.) günahlarını/mızı afv-u mağfiret eylesin.