ASIM CENGİZ GÜR


Bir Hikâye

Bir Hikâye


K
ıymetli okuyucularımız!
Bu cumartesi günü kö
şemizin bir bölümünü, merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN (Rahmetullahi Aleyh) Hocaefendi’nin, Diyanet Gazetesi’nin Haziran 1979 sayısındaki bir yazısına ayırmış olduk. Yüce Allah (c.c.), kendisine ulaşan yolda, Sevgili Peygamber Efendimiz’in varisleri olan yol rehberlerini aramızdan/yanımızdan eksik etmesin.
“Allah’
ın emrettiği şekilde davranıp iyi bir kul olarak yaşayanlar cennetle mükâfâtlanacak, kötüler ise cehennemde yaptıklarının cezasını görecek. Bunun tabii sonucu olarak inananlar cenneti özler, cehennemden korkar, cenneti kazanmak için çabalar ve cehenneme düşmemeye çalışır.
Bir de iyilik ve ibadetleri, cehennemden korktu
ğundan ya da sonunda cenneti kazanmayı umduğundan yapmak meselesi var. Bu sathî bir düşünce tarzıdır. Olgun kişiler ve büyük mutasavvıflar ise bu konuda daha farklı düşünürler. Mesela Nakşibendîlik’te kemale ermek için dört şeyi gönülden ve zihinden silip çıkarmak şarttır: 
1. Dünya (terk-i dünya),
2. Âhiret (terk-i ukbâ),
3. Varl
ık (terk-i hesti), 
4.
İlk üçü terk ettiğine dair bilinci (terk-i terk). 
Onlar “
İlâhî! Maksudumuz sensin, biz sadece senin rızanı istiyoruz” derler.
713-803 y
ılları arasında Basra’da yaşamış meşhur kadın velî, Rabia-ı Adeviyye de şöyle dua edermiş:
“Rabbim! E
ğer Sana, cehennemden korktuğumdan tapıyorsam beni oraya at ve yak. Eğer cennet umuduyla tapıyorsam bana orayı haram eyle. Fakat Seni, sırf zâtın için seviyorsam, dîdârını ve ebedî güzelliğini benden asla esirgeme.”
Edebiyat ve tasavvuf kitaplarında bu hasbî, art düşüncesiz, saf Tanrı aşkını anlatan güzel pasajlar bulunmaktadır. Onbeşinci yüzyılda yazılmış Türkçe bir eserden alınarak sadeleştirilen aşağıdaki hikâye de aynı konuyu işliyor:
Hikâye edilir ki Harun er-Re
şîd, köle, cariye ve hizmetçilerine her yıl çeşitli hediyeler dağıtırdı. Bir yıl da yine hepsini bir araya topladı. Çeşitli giysiler, süslemeler, altın ve gümüş eşyayı ortaya getirterek:
“Her biriniz, be
ğendiği şey üzerine elini koysun, ben bunu istiyorum desin.” diye emretti. 
Bunun üzerine herkes gözüne kestirdi
ği eşyanın yanına koştu, elini onun üstüne koydu. Bu arada bir cariye de gelmiş elini Harun er-Reşîd’in başına koymuştu. Harun er-Reşîd şaşırarak;
“Ne yapıyorsun?” dedi. Cariye;
“Siz, herkes sevdiği şey üzerine elini koysun, buyurmuştunuz. Ben ise sizin mübarek başınızı sevmekteyim.” diye cevap verince Harun er-Reşîd çok duygulandı ve;
“Mademki sen beni tercih ettin, o halde ben de malım, mülküm de senindir.” dedi. 
O cariyeyi derhal âzat eyledi, ona daha birçok ihsan ve ikramlarda bulundu. Bütün diğerlerine ona saygı göstermelerini emretti.
Ey mü’min! Sen de bu dünyan
ın fâni lezzetlerine kapılmaz, gönlünü samimi olarak Allahu Teâlâ’ya bağlarsan her şey senin kulun-kölen olur, âhirette de Tanrı’nın cemalini müşahedeye erersin, inşaallah.”
Evet, bugün Mısır’da ismi ile anılan meydanda, sadece Mısır’ın değil, tüm islam âleminin hatta tüm insanlığın geleceği ile ilgili hayır murad edilen toplantıların yapıldığı Rabia-ı Adeviyye (Allah O’ndan razı olsun).
Rabia-ı Adeviyye, ailenin dördüncü çocuğu "Rabia" ismiyle isimlendirilmiştir. Babası geçimini zor temin eden yoksul bir insandı. Rabia`nın dünyaya geldiği gün onu sarmak üzere babasının evinde bir bez parçası bile bulunmuyordu. Rabia`nın dünyaya geleceği günlerden birinde anası, babasına: "Falanca komşuya git de lambamız için yakacak yağ iste" demişti. Fakat hayatta kimseden bir şey istememeye ahdetmiş olan Rabia`nın babası İsmail, hanımının hatırını kırmayarak gidip komşusunun kapısını çalmıştı, ne var ki, yatmış olan komşusu uyanmayınca ihtiyacı olan yağı isteyemeden geri dönmüştü. 
Canı fevkâlâde sıkkın olarak yatan babası, o gece rüyasında Peygamber Efendimizi görmüş ve Efendimiz kendisine "Üzülme! Bu kız öyle hanım bir kız olacak ki, ümmetimden yetmişbin kişi onun şefaatini isteyecek." buyurduktan sonra mübarek sözüne şu şekilde devam etmiştir. "Basra emiri İsa Radan`ın yanına var ve benim adıma ona aynen şunu söyle: `Sen her gece bana yüz, cuma gecesi ise dörtyüz defa salavat getiriyordun; geçtiğimiz cumartesi getirmen gereken salavatları unuttun. Onun keffareti olarak bana dörtyüz sarı altın ver!"
Rabia`nın babası uyanır uyanmaz rüyasını yazıp, sabahleyin götürüp rüyayı Basra Emiri İsa Radan`a vermiş ve gerçekten Peygamberden gelen bu rüya haberinin doğruluğunu bilen Emir, Rabia`nın babasına 400 altın verdikten sonra bir ihtiyacı olduğu zaman mutlaka kendisine arzetmesi gerektiğini de sıkı sıkıya tenbih etmiştir.
Rabia, babasına hep şöyle derdi: "Babacığım sakın bize haram kazançtan bir şey getirip yedirme." Babası da ona: "Kızım bilmez misin ki, helal rızık bulmak çok zordur, haram ise çoktur." Bunun üzerine Rabia babasına şu altın sözü söyler: "Babacığım dünyada açlığa sabretmek, ahirette cehennem azabına sabretmekten çok daha hayırlıdır."
Rabia-ı Adeviyye yaptığı bütün amellerinde Allah`ın rızasını ve O`nun muhabbetini gözetirdi. O`nun rızasının olmadığı hiç bir işi yapmaz ve yapılmasına da razı olmazdı. İmam Gazzali, İHYÂ`da onun samimiyeti ve ihlası ile alâkalı şu hâdiseyi nakleder: 
Süfyan-ı Sevri bir gün Rabia`ya ``İmanın hakikati nedir?" diye sorar. Rabia: "Kötü bir işçi gibi, ne cehennem korkusu ne de cennet ümidi ile Allah`a ibadet ediyorum. Allah`a ibadetim O`nu sevmem ve O`na saygı duymamdandır” dedi.
Yine Gazzali`nin naklettiğine göre Rabia`ya “Cennet hakkında ne dersin?” diye sormuşlar da: "Önce komşu sonra mesken" diye cevap vermişti. Rabia bu sözü ile kalbinde cennete değil de cennetin Rabbı olan Allah`a karşı muhabbeti olduğunu ve kalbini O`na bağladığını ifade etmek istemişti. 
Yüce Allah (c.c.) dostlar

 

ı ile dost olmayı, onları sağlıklarında ve vefaatlerinden sonra da hayırla anmayı ve ahirette onlar ile birlikte Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sancağı altında buluşmayı nasib ve müyesser eylesin.