Sevgili Dostlarım;
Şimdilerde kadim dostluklar,
Candan muhabbetler,
Gönülden bağlılıkların yerini
Menfaat kokan yüzeysel ilişkilerin
Sahte gülücükleri almış…
Melanet zincirinin halkaları misali
Caddeleri birbirine bağlayan lüks arabalar,
Göğü delercesine yükselen şatafatlı binalar,
İsrafın ve kan emiciliğin en güzel örnekleri olan
Onlarca alışveriş merkezi,
Ve içlerini dolduran dünya ölçeğinde markalar,
Cüzdanlardan taşan paralar,
Bedenlere ziyadesi ile fazlaca gelen kilolar…
Fakat bütün bu helak ikliminin nüveleri
Hiç kimseyi mutlu etmeye yetmiyor erenler…
Gönül köşklerinin mütevazı dekoruna alışık bu fakire
Bu debdebe kendini uzaylı gibi hissettirirken
Her geçen dakika biraz daha kaçıp kurtulma noktasına getirmekte.
Üstünde elbisesi olmayan gerçek adamların yerine
İçinde adam olmayan elbiselerin sokaklarında kol gezdiği
Maddeci zihniyetin
Her türlü
Görgüsüz,
Arsız,
Yalancı,
Hırsız,
Yüzsüz,
Güvenilmez,
Dayanılmaz,
Menfaatperest insanlarını çoğaltan bu kentler
“Bir lokma, bir hırka” diyen mahcuplara azap yüklü kabirler haline geldi.
Peki sorarım size erenler
Bizler mi kurduk bu çevreyi,
Yoksa çevre mi bizi çekmekte kendi cehennemine?
Doğrusu ayrımına varmak çok zor dostlarım.
Lakin tartışılmaz bir gerçek var ki;
Gönlümüzün şehrinde ayakta kalabilen insan sayısı hızla azalıyor erenler!
Üç günde kurulup,
Beş günde yıkılan sözde dostluklar faslındayız galiba!
Sadakatin semtine uğranmayan,
Gölge kulelerin her geçen dakika biraz daha boy attığı
Sadece şekle değer verip,
Muhteviyatın yok hükmünde olduğu bir dünyanın kapıkulları gibi
Savrulup durmaktayız kendi coğrafyamızda yarenlerim…
Ne hazin!
Bu sahte fildişi kulelerin içinde sadece birer obje gibiyiz!
Ve her geçen gün bir moloz yığınına dönüşüyoruz.
Bir yüreğimiz olduğunu bile unuttuk.
En hatırlı dostlarımızın bile modası öyle çabuk geçiyor ki
Hemen yerine daha yenisi koyuveriyoruz.
Öylesine meşgul,
Öylesine yoğun günler geçirmekteyiz ki
En yakınlarımızın bile sessiz çığlıklarını duyamaz olduk.
Kendimizi sahte ve geçici dünya nimetlerine öylesine kaptırdık ki,
Sonuçsuz bir ‘Kör Döğüşü’ nün içinde olduğumuzu anlamayacak kadar kendimizden uzağız...
Nasıl değiştiğimizi,
İçimizin nasıl çürüdüğünü bilmiyoruz!
Madden yükseldikçe
Manen
Ne kadar yoksul,
Ne kadar düşkün hale geldiğimizi göremiyoruz…
Sanki farkındalığımızı yitirdik ansızın,
Apansız karıştık kalabalıklara…
Daha da kötüsü dostlarım
Ne olduğumuzun bile farkında değiliz!
Benliğimizi çok çok gerilerde bırakmış,
Unutmuşuz kendimizi.
Eski bir yarenden bir Kızılderili hikâyesi dinlemiştim yıllar evvel
Şöyle bir olay anlatılıyordu hikâyede:
”Bir Kızılderili kabilesi, başkanlarıyla birlikte atlarına binmiş hızla gitmektedirler.
Ve hiç beklenmedik bir anda kabile reisi duruverir aniden.
Sebebini soranlara:
-Çok hızlı geldik,
-Ruhlarımız arkada kaldı, onları bekleyelim, der!”
Dinlediğim günden beri bu hikaye çok şeyi anlatır bu fakire dostlarım…
Çok şey anlatır anlayabilene…
Hayatın çarkları arasında öyle manasız dönüyor
Ve öyle hızlı tur atıyoruz ki erenler!
Ne sevdiklerimize,
Ne dostlarımıza,
Ne arkadaşlarımıza zaman ayıramıyor,
Gittikçe uzaklaşıp yalnızlaşıyoruz.
Kaybediyoruz birer birer eski dostlarımızı,
Kaybediyoruz yakınlarımızı…
“Bir göz aşinalığı var aramızda
Sanki seninle kırk yıllık dost gibiyiz ikimiz”
Dizelerine inat
Göz aşinalığı olmayan insanlarla
Sanal ortamlarda,
Sanal dostlukların kurulduğu bu devirde
Şu dizler ne kadar da güzle ifade ediyor içine düştüğümüz açmazları…
“Unutulmuş birer birer
Eski dostlar eski dostlar
Ne bir selam, ne bir haber
Eski dostlar eski dostlar.”
Bu şarkıyı bir on- on beş sene evvel daha çok söyler
Daha çok dinlerdik sizce de öyle değil mi?
Zira dostluk, sevgi, arkadaşlık, aşk, sadakat, gibi kavramlar henüz tedavülden kalkmamıştı.
Bütün bu kavramların hayatımızda çok saygın ve dokunulmaz yerleri vardı.
Ve her birimizin düzinelerce dostu,
Gerçek arkadaşı vardı sırtımızı dayadığımız.
Peki ya şimdi?
Şimdi hem sanal,
Hem banal,
Hem de umarsız bir hayat felsefemiz var artık utanılası.
Çocuklaşan kadınlar,
Kadınlaşan erkekler,
Egosu tavan yapmış gençler,
Kemalatını kaybetmiş ihtiyarlar arasında
Bu sözde hayat kavgasında kendimize yer kapmaya çalışıyoruz.
Bütün hicret ve niyetlerimiz sadece para, şan ve şöhret için ne yazık ki erenler!
Oysa “Ne sal iledir, ne mal iledir, beyim ululuk kemal iledir” diyerek
Yüzyıl önce teşhisi koyan Ali Fuat Paşa,
Ne güzel tercüman olmuş duygularımıza…
Etrafımızda sözü senet sayan,
Cemal ve kemal sahibi insan arıyoruz.
Ve her defasında hayal kırıklığına uğrayıp
Derin bir hiçlik içerisinde,
Gönül yorgunluğu ile sukut-u hayale uğrayıp bedbaht oluyoruz.
Fakat bütün bu erdemlere sahip insanların azalmasına biz sebep olmadık mı yarenlerim!
Kabul edelim ki sözde gelişen dünyanın arz- talep dengesine bağlı olarak
Böyle utanılası toplumları bizler inşa ettik ne yazık ki…
Gönül kentlerinde eskiye dair ne kadar abide varsa tarumar ettik.
Ve yerlerine yenilerini diktik en sunisinden.
Her ne olduysa bizim eserimizdir,
Boş yere etrafta suçlu aramayalım.
Bütün suç bizim!
Kabahat bizim!
Dünya nimetleri için
Satışa çıkardık benliğimizi.
Ve elimizde kalanlar artık mutlu etmiyor.
Peki çare nedir?
Nasıl öze döneceğiz?
Bu sorunun cevabını herkes kendi içinde bulmalı erenler…