H. Ali YILDIRIM


BİREYSELLEŞME TUZAĞININ SONUÇLARI

YENİ DÜNYA - H. Ali YILDIRIM


 

1980’lerde dünyaya bir akım hâkim oldu, adı bireyselleşme-individualism. Bu akım kitaplar, filmler, reklamlar ve diziler ile insanların zihinlerine pompalandı. Özünde insana şunu enjekte ettiler; “Sen biriciksin, senin aklın her şeye yeter, dijital hariç kimseye danışmak zorunda değilsin, sen ne istiyorsan o doğrudur, bunun dışında sana aile, toplum, din ve devlet tarafından sunulan ne varsa hepsi senin mutsuzluğun içindir. Öyleyse sen kendi yolunda yürü, bu seni mutluluğa götürecek tek yoldur”. Bu cümleler açıkça yazılmadı ima edildi, çıkarsama yaptırıldı ve bunu bir kesim okuyarak, bir kesim de filmlerdeki karakterleri kopyalayarak ve reklam temalarına inanarak içselleştirmiş oldular. Bu sayede kendini haşa “yüce varlık” zanneden tipler ile feministler türedi, erkeğin genetik rolü dışlandı, kadınları “erkek olmasa da olur” konumuna itti, aile rolü iptal edilen erkek hırçınlaşıp olumsuz davranmaya başladı…

Çıkarılan yasalar ve sosyal medya desteği ile böyle düşünen insan sayısı artınca da ortaya bugünkü parçalanmış aile manzaraları çıktı. Oysa topluma yön veren kanunlar milli duruşumuza uygun olmalı idi, ama olmadı. Sosyal medya arkadaşlıkları kadına yeni bir özgürlük alanı açarken, erkekte genetik kodların dayattığı itilmişlik, kıskançlık, hiçe sayılma, öfke, depresyon ve arkasından şiddeti körükledi. Bunları düzeltmek için de polise başvurduk. Polis ne yapsın? “Depresyona girme yoksa tutuklarım” deyince depresyon tedavi mi oluyor? O zaman psikologlar niye var? Hürriyeti kısıtlayınca aile düzeliyor mu? Genetik kodlar orada durduğu sürece hiçbir ceza insanın duygu şeması değişmez, sadece zihnin karanlık kısmına pusar…

80’lerden bu tarafa nesiller arasında daha önce görülmemiş derin bir uçurum oluştu. Bugün 50-60 yaş grubu olan ebeveynlerin bireysellikten çok toplumun bir parçası ve üyesi olarak yaşama zihniyeti ile büyütüldüler. Bu grup ebeveynler evlat olmanın ‘para etmediği’ bir dönemde evlatlık yapmış, ebeveyn olmanın ‘para etmediği’ şimdiki dönemde de ebeveyn olmak zorunda kalmıştır. Çünkü onların ebeveynleri 1940’ların kuralcı ve itaatkâr yapısında büyümüşlerdi. Yani şimdiki 50-60 yaş grubunda olanlar, çocukken ebeveynine, şimdi ise kendi çocuklarına tabi olmuş, kim olduğunu anlayamamıştır. Çocukken ana-baba dayatıyordu çünkü koşullar öyleydi, şimdi ise çocuklar dayatıyor çünkü bireysellik böyle öğretti…

Peki, bireyselleşme ile nereye geldik? Şimdiki noktaya, yani dijital kölelik imparatorluğunun eşiğine geldik. İnsanlara çip takılıp bu sayede ilk başta bir kısım ayrıcalık (Kimlik-pasaport taşımama, havaalanında beklememe, bürokrasiye takılmama vb.) kazandıktan sonra bu insanların bir robot gibi sistemin kölesi yapılacağı ve ne yazık ki verilen kontör kadar yaşatılacağı bir dönemin eşiğine geldik. Dijital ortamı yeniden tanımlamaz isek gideceğimiz yer burasıdır. Bireyselleşmenin dayattıkları aslında inancımıza ve kültürümüze terstir. Çünkü bizim yaradılış inancımızda kişinin burnunun doğrultusunda yaşaması söz konusu değildir. Hem inanç hem de kültürel olarak toplu halde yaşamanın getirdiği sosyal düzen, yardımlaşma ve diğer değerlere sahip çıkılması ve toplumu yöneten kurallar bütününe saygılı olma durumu vardır. Bireyselleşme ile yıkılan budur, mantığı da şudur; ”Önce insanı tabi olduğu inanç ve kültüründen ayır, yalnız bırak, nasıl olsa içinde fırtınalar kopacak ve bulduğu ilk düzene sarılacaktır.” Evet, olan budur bireyselleşen insan, şimdi ikinci aşamaya giriyor; “Tekilleşme”. 1+1 daire modası bir tesadüf değildir, amacı insanı geniş aileden sıyırıp tek bırakmak ve sonra da yeni dünya düzeninin tekil kölesi olarak tepe tepe kullanmaktır. Pandemi nedeniyle “fiziki mesafe” koymak ta bir tür tekil kalma alıştırmasıdır, adı bile “sosyal mesafe” olmuş, yani “sakın sosyalleşme” diyor…

Dijital sistemi yadsıyamayız ama hayatı kolaylaştırmak için kullanabiliriz, bu iyi de olur, ama insanlığı köleleştirmesine izin veremeyiz. Burada belirleyici olan insanın inancı, kendi gerçekliği ve sağduyusudur. Eğitim sistemi bile bilgisayara hapsoldu, oysa öğretmenle yüz yüze olmak, onunla göz teması kurmak, yüzündeki ifadeyi anlamlandırmak başka bir şeydir. Bunun gibi kim bilir neler dijital dünyaya hapsedilmektedir. Dijitalde kaybolup gitmemek için arada bir kim olduğumuzu ve ne için yaratıldığımızı hatırlamakta yarar var. Dijital dünya efendilerinin de unutturmaya çalıştığı şey budur. Unutmamak için, pandemi şartlarında bile, pencereden bakarak ta olsa doğayı ve içindeki rolümüzü tekrar hatırlamak, eminim bir emniyet supabı olacaktır…