ASIM CENGİZ GÜR


BİZİM YUNUS-1

BİZİM YUNUS-1


Geçen hafta ilköğretim öğrencilerinin de bulunduğu genç kardeşlerimizle “ilim” üzerine sohbet ettik. Söz bir ara Koca Yörük Yunus Emre (rh.a.)’e geldi. Onun:

“İlim, ilim bilmektir

İlim, kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsin

Bu nice okumaktır.

Okumaktan maksat ne,

Kişi Hakk’ı bilmektir.

Çün okudun bilmezsin,

Ha bir kuru emektir”

dizelerini aktardım. Devam edecekken, Yunus Emre’yi bilen var mı?” diye sordum. Birkaç kişi söz istedi ve en küçüklerine söz verdim. İlköğretim 4. veya 5.sınıf öğrencisi olduğunu düşündüğüm bu kardeşimiz:

“Yunus Emre bir şairdir. Güzel şiirler yazmıştır. Yaşadığı köyde kıtlık olmuş. Annesi, bir ermişe göndermiş buğday alsın gelsin diye. Yunus Emre, ermişe gitmiş ve buğday istemiş. O da sana buğday yerine sır vereyim demiş. Yunus Emre istememiş bana buğday ver demiş. Buğdayı almış dönerken tekrar düşünmüş keşke buğday yerine sırrı alsaydım demiş. Tekrar ermişe gitmiş ve ben sırrı istiyorum, buğdayı geri al demiş. Ermiş, sen buğdayı tercih ettin, eğer sırrı istiyorsan bize hizmet edeceksin demiş. Yıllarca Ermişin evine odun taşımış. Ama odunu taşırken hep düz odunları seçiyor, eğri odunları götürmüyormuş. Sonra sınavı geçmiş, Ermiş de ona sırrı vermiş. Dili açılmış, güzel şiirler yazmış, meşhur olmuş” diye anlattı.

Biraz memnuniyet, biraz şaşkınlık ve biraz da üzüntü ile dinledim. Sadece çocuklarımızda değil, büyüklerimizde de nedense temel şahsiyetlerimizi İslam’dan ve İslam’ın deruni yaşam biçimi olan tasavvuftan ayrıştırarak anlamak, kabullenme ve anlatma içinde olduklarını görüyorum.

Yunus Emre Anma Programı’na davet edilmiştim, uzun yıllar önce. Programı Edebiyat öğretmeni bir hanım öğretmen sunuyorlardı. Halk büyük bir ilgi göstermiş, salon dolmuş ve bir kısmı yer yetersizliğinden geri dönmüşlerdi. Programın ilerleyen saatlerinde hayal kırıklığı yaşadım. Ancak hayal kırıklığına sadece benim değil, diğer izleyicilerin de uğradığını müşahade ettim. Homurtular yükselmeye ve artmaya başladı. Çünkü sunucu hanım, Yunus Emre’den dizeler okuyor, ancak yaptığı vurgular anlam kaymaları oluşturuyordu.

“Ben yürürüm yana yana

Aşk boyadı beni kana

Ne âkilem ne divane

Gel gör beni aşk neyledi”

“Aşkın aldı benden beni,
Bana seni gerek seni.
Ben yanarım dün ü günü,
Bana seni gerek seni.”

Hanımefendi, AŞK kelimelerine vurgu yapıyor, yüz, mimik ve beden dili bu vurguya eşlik ediyordu. Program nerede ise bitecek, Yunus’un gerçek kişiliğine, kimliğine hiç vurgu yapılmıyordu. Notlarımın başında bir genç kardeşimizin dilinden aktardığım gibi ŞAİR elbisesi giydiriliyor ve hoşa giden beyitlerinden, dizelerinden seçmeler yapılıyordu.

Hanımefendi sözlerini bitirip de musiki heyetine mikrofonu devredecek iken; bir sivil toplum kuruluşun, o ildeki yetkilisi olan bir ağabey kürsüye yürüdü ve konuşmaya başladı:

“Yunus Emre rahmetullahi aleyh, bir Allah dostudur. Aşk, aşk dediği şey: Yüce Rabbimize olan muhabbetinin aşkın halidir yoksa, bir başka insana olan aşkı değil” diye başladığı konuşmasında “BİZİM YUNUS”u anlattı. Tüm salon alkıştan inliyordu.

“BİZİM YUNUS” dedim, bir ayrışma yapıp da sizinki bizimki gibi bir tartışmaya girmek istediğimden değil. Bize, bizim kültürümüze ait Yunus, O olduğu için böyle söyledim. Değerlerimize sahip çıkamadığımız ve doğru aktaramadığımız müddetçe, bizim değerlerimiz bize yabancılaşıyor ya da daha doğrusu biz değerlerimize yabancılaşıyoruz.

Yüce Allah (c.c.), bizi, kendisine yakınlaştıracak dostlarına, sevenlerine yakın eylesin.