ASIM CENGİZ GÜR


BİZİM YUNUS-2

BİZİM YUNUS-2


İslam’ın Turan illerinde, Ortaasya’da yayılmasında etkin rol oynamış Pir-i Türkistan Ahmed Yesevi hazretlerinin yolunun müdavimlerindendir Yunus Emre (rh.a.). Yunus Emre, hemen tüm dünyada emsalsiz bir şair olarak bilinmektedir. Bu yönüyle doğrudur, çünkü Yunus Türk diliyle dini şiir yazan şairlerin arasında en büyüklerinden, en başta gelenlerindendir ve sadece ülkemizin, milletimizin değil, dünyanın malıdır. Fikirleri ve hakikatleri çok kısa cümleler halinde, mısralar halinde anlatabilen ender kimselerdendir.

Dünkü notlarımızda da ifade ettiğimiz gibi, hata: Yunus’u sadece bir şair olarak bilmek, görmek ve dinlemektir. Halbuki O, Allah’ın rızasına ulaşma yolunda sözlerine kulak verilmesi gereken Allah’a yakınlığa ermiş mü’minlerdendir.

Nefislerimizi terbiye edebilmek ve Hakk’a yakın olabilmek için yol göstericilere, büyük evliyaullah’a, mürşid-i kamillere, Mevlana’lara, Yunus’lara, Erşefoğlu Rumiler’e, Hacı Bayram-ı Veliler’e, Erzurumlu İbrahim Hakkı’lara, Hacı Bektaş-ı Veliler’e ihtiyacımız var.

İki gündür notlarımızın başlığı “Bizim Yunus”. Aslında anladığınız anlamda “Bizim Yunus” ama bir de başkasının dili ile “Bizim Yunus”. Hikaye ederler ki:

Yunus Emre, Taptuk Emre’nin dergahında/tekkesinde uzun müddet kaldı. Bir gün olsun eğri odun getirmedi. Özü, sözü, işi doğru Yunus, “Ben Hakk’a eremeyeceğim” düşüncesi ile tekkeden ayrıldı ve yolda iki kişiye yoldaşlık teklif etti. Onlar da birlikte yol almayı kabul ettiler. Yanlarında yiyecek bir şeyleri yoktu. İlk molada içlerinden birisi dua etti ve dua bitince mükellef bir sofrayı önlerinde hazır buldular. Karınlarını güzelce doyurdular. Allah’a hamd ile yemeklerini bitirdiler.

Yunus Emre: “Hak erlerini buldum. Tekke’de bulamadıklarımı, şimdi burada buldum” diye düşündü. Tekrar yola koyuldular. Ertesi gün yine mola verdiklerinde, diğer yoldaşı ellerini açtı ve dua etti. Dua bitince önlerinde sofrayı hazır buldular. Karınlarını doyurdular ve hamd ile sofrayı topladılar.

Sabahleyin tekrar yola koyuldular ve akşam olunca yine mola verdiler. Bu sefer sen dua et dediler Yunus’a. Yunus: “Hak erlerinin duası yanında benim duamın kıymeti nedir ki? Ben sofrayı hazır ettirecek duayı neyime güvenerek edeyim?” dedi içinden. Çaresiz:

“Allah’ım! Bu kardaşlarım sana ne ile dua ettiler, senden ne ile istediler ise ben de onunla senden istiyorum. Kabul eyle, mahcup eyleme!” dedi. Duası bittiğinde öncekilerden daha mükellef bir sofrayı önlerinde hazır buldular. Arkadaşları şaşkınlık ile:

“Kardaşcağızımız! Sen nasıl bir dua ettin ki böyle bir sofra ikram olundu” diye sordular. Yunus, nasıl dua ettiğini söyledi. Peki siz nasıl dua etmiştiniz diye sordu. Yoldaşları:

“Allah’ım! Senin sevgili bir kulun var, ismi Yunus. Taptuk’un tekkesinde kalır. Onun hürmetine bize ihsan et!” diye dua ediyoruz dediler. Yunus, feryad etti ve arkadaşlarından ayrılarak, tekkeye geri döndü. Tekke’ye girmeye tereddüt ederken, Taptuk Emre’nin hanımı ile karşılaştı. Yunus’u görünce, şefkatle :

“Döndün mü oğul?” dedi. Yunus:

“Kabahatliyim. Hocamın yüzüne nasıl bakacağım, nasıl affettireceğim?” dedi. O da:

“Bilirsin şeyh efendi teheccüd namazı için gece kalkar. Sen onun eşiğine yat. Gece dışarı çıkarken ayağı takılır ve “Bu kimdir?” diye sorar. Sen de: “Yunus, ben Yunus’um” dersin. Eğer şeyh efendi: “Hangi Yunus?” diye sorarsa, artık sana başka yurtlar görünmüştür, nasibini başka yerde ararsın. Eğer şeyh efendi : “Bizim Yunus mu?” der ise var eline kapan, sen bu yolun mensubusun” dedi.

Yunus, denileni yaptı ve geceleyin teheccüd için abdest almaya dışarı çıkmak isteyen Taptuk Emre Yunus’un üstüne bastı, ayağını çekti ve “Bu kimdir?” diye sordu. Yunus: “Yunus!” diye endişe ile cevap verdi. Şeyh efendi : “Bizim Yunus mu?” deyince, kalktı ve ellerine sarıldı.

Yunus Emre, çok meşhurdur ama bir o kadar da bilinmezi olan bir insandır. Hayatı hakkında bilimsel çok materyal bulunmamaktadır. Anadolu da olduğu gibi birçok ülkede de kabri/türbesi bulunmaktadır ki, bunların birçoğu tebliğ ve irşad için gittiği yerlerde konakladığı mekanların onun hatırasına yapılan “Makam mezarlardır”.

Günümüze iki eseri ulaşmıştır veya ulaşanlardan iki tanesi bulunmuştur. Bunlardan birisi Yunus Emre Divanı; ötekisi de Er-Risâletün Nushiyye adlı eseridir. Yunus Emre Divanı kısmen, Kültür bakanlığı tarafından neşredilmiştir.

Er-Risaletün Nushiyye adlı eserinin sonuna attığı tarih 707 hicri yılıdır. Muhtemelen Yunus Emre’nin doğduğu yıl, Anadolu Selçuklu hanedanı için de sonun başlangıcına denk geliyordu. Yunus’un bu gerileme ve çöküş döneminde nerede doğduğu, nerelerde yaşadığı, neyle meşgul olduğu ve nerede öldüğü kesin olarak belli değildir. Kaynaklar ağırlıklı olarak Bolu, Sakarya, Sivrihisar, Karaman, Kırşehir bölgelerini göstermektedir. Ancak O, bir derviş, bir tebliğ ve irşad eri, bir Allah dostu olarak Anadolu’nun doğusuna da, İran ve Azerbaycan taraflarına da yolculuk yapmış ve Kayseri, Sivas, Maraş, Nahçıvan, Tebriz, Şiraz ve Şam gibi ilim ve kültür merkezlerinde bulunmuş olması kuvvetle muhtemeldir.

Yüce Allah (c.c.), dünya nihayete erene kadar aramızda onlar gibilerini var etsin ve bize de istifade etmeyi nasib eylesin.