ASIM CENGİZ GÜR


CAMİLERDE TABURELER

CAMİLERDE TABURELER


Yıllar önce ihtiyaç duyanların ellerine alarak getirdikleri, daha sonra “hayırseverler”in camilere beşer onar adet bıraktıkları, daha daha sonraları da “daha hayırseverler”in sabit hale getirmeye başladıkları ve cemaati kendi içinde bölen, Müslümanları birbirleri aleyhine düşüncelere sevk eden, “tabure-sandalye üzerinde namaz kılma”ya ayırdık bugünkü köşemizi.

Hasta oldukları için namazın bazı kısımlarını yapamayan müslümanlar Peygamberimize (s.a.) ne yapacaklarını sormuşlar ve "ayakta duramayanların oturarak, oturamayanların yatarak, rükû ve secde yapamayanların îmâ (işaret ederek, mesela başlarını öne eğerek) namaz kılabileceklerini, Allah`ın kullarını, güçlerinin yetmediği bir şeyle yükümlü kılmadığını" öğrenmişlerdir. Bu bilginin kaynağı sağlam, güvenilir hadislerdir. Nasıl ve nereye oturulacağı konusunda Peygamberimizin bir sınırlaması olmayıp, müctehidlerin ictihadlarına ve sonraki dönem alimlerimizin yorumlarına dayanan uygulamalar vardır.

Bugünkü köşemizi Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun 01.Aralık.2010 tarihindeki kararına ayırıyoruz.

Yüce Allah (c.c.) kendisine iman ve itaatte kemale erişen bireyler ve toplum olmamızı nasib ve müyesser eylesin.

 

Sandalyede Namaz

Tarih: 01/12/2010

Namaz, kulun Allah`a en çok yakınlık kazandığı bir ibadettir. Bu niteliğinden dolayı Hz. Peygamber (s.a.v) bu ibadeti "en hayırlı amel" (İbn Mâce, Taharet, 4)olarak tanımlamış, kıyamet gününde hesabı sorulacak ilk amelin namaz olacağını bildirmiştir. (Tirmîzî, Salât, 188) Bu sebeple namazın terk edilmesine izin verilmemiş, ima ile de olsa mutlaka kılınması istenmiştir. Hz. Peygamber "Kim namazı kasten terk ederse Allah`ın himayesi ondan uzak olur." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI. 421) buyurmuştur.

Namaz ibadetinin rükünlerinin neler olduğu Kur`an ve Sünnette belirtilmiş ve nasıl uygulanacağı da bizzat Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından sözlü ve pratik olarak ortaya konulmuştur. Bu rükünler iftitah tekbiri, kıyam, kıraat, rüku, secde ve ka`de-i ahiredir. Allah Teala "Gönülden boyun eğerek Allah için namaza kalkın" (Bakara, 2/238) "Ey iman edenler, rüku edin, secde edin, rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz." (Hac, 22/77) buyurmuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.) de; namaz kılmayı öğrettiği bir sahabiye, sonunda nasıl teşehhüd yapacağını gösterdikten sonra "Bunu da yaptığında namazın tamam olur" buyurmuştur. (Tirmîzî, Sünen, Ebvabü`s-Salât, 226)

Bu rükünlerden her hangi birinin mazeretsiz olarak terk edilmesi halinde namaz sahih olmaz. Ancak dinimizde sorumluluklar, kulun gücüne göre belirlenmiş (Bakara, 2/286); gücü aşan durumlar için kolaylaştırma ilkesi getirilmiştir. (Bakara, 2/185) Namazın rükünlerinden herhangi birini yerine getirmeye engel olan rahatsızlıklar da kolaylaştırma sebebi sayılmıştır. Buna göre;

Namazı normal şekli ile ayakta kılmaya gücü yetmeyen kimse için asıl olan namazını oturarak kılmaktır. Böyle bir kişi namazını kendi durumuna göre diz çökerek veya bağdaş kurarak yahut ayaklarını yana ya da kıbleye doğru uzatarak kılar. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) nasıl namaz kılacağını soran hasta bir sahabiye "Namazını ayakta kıl. Eğer gücün yetmezse oturarak, buna da gücün yetmezse yan üzere kıl." (Buhari, Taksiru`As-Salat, 19) buyurmuştur. 

Ayakta durabilen ve yere oturabildiği halde secde edemeyen kimse namaza ayakta başlar, rükudan sonra yere oturarak secdeleri ima ile yapar.

Ayakta durabildiği halde oturduktan sonra ayağa kalkamayan kişi namaza ayakta başlar, secdeden sonra namazını oturarak tamamlar.

Ayakta durmaya ve rüku yapmaya gücü yettiği halde yere oturamayan kimse namaza ayakta başlar rükudan sonra secdeyi tabure ve benzeri bir şey üzerine oturarak ima ile eda eder.

Ayakta durmaya gücü yetmeyen, yere de oturamayan kimse namazı tabure, sandalye ve benzeri bir şey üzerine oturarak rüku ve secdeleri ima ile yerine getirir.

Kul Rabbine ibadet ederken hem özde samimi olmalı hem de dinin belirlediği şekil şartlarını tam olarak yerine getirmeye özen göstermelidir. Özen ve hassasiyet eksikliğinden dolayı Rabbine karşı sorumlu olacağı bilincinde olmalıdır. Bu sebeple namazını tabure, sandalye ve benzeri şeyler üzerinde kılan müminin ileri sürdüğü mazeretleri kendisini vicdanen rahatlatacak boyutta olmalıdır. Namazı asli şekline uygun olarak kılmaya engel olmayacak hafif bedeni rahatsızlıklar bu konuda meşru mazeret olarak görülmemelidir.

Öte yandan dini açıdan zorunlu ve meşru bir sebep bulunmadıkça camilerde sandalyede namaz kılmak, göze hoş gelmeyen bir görüntü ortaya çıkarmakta ve cemaat arasında tartışmalara sebep olmaktadır. Özellikle üzerinde namaz kılmak amacı ile camilerde sıralar halinde sabit oturakların yapılması, cami doku ve kültürüyle bağdaşmamaktadır. Bu sebeple hastalık ve özürlülük gibi herhangi bir rahatsızlığı bulunan kimselerin, zorunlu olmadıkça namazlarını sandalyede değil, yere oturarak kılmaları uygundur.”

Diyanet İşleri Yüksek Kurulu’nun bu kararlarını, sizler de camilerimizin uygun yerlerine asılmış olarak görmüş, hatta okumuşsunuzdur, burada bir kere daha okuduk. Hüsn-i zann, edelim. Böyle bir kardeşimizi gördüğümüz zaman eğer onun hakkında bir bilgimiz yok ise  “mutlaka geçerli bir mazereti vardır ki, bu yola tevessül etmiştir” diyelim. Tanıdığımız bildiğimiz birisi ve böyle bir mazereti olmadığını düşünüyor isek güzel bir dil ve usulle onu ikaz etmeliyiz.

Ancak yine de, camilerimizde sabit, sıralar halinde hatta konforlu döşekleri minderleri bulunan sedirler yapmanın yollarını açmayalım. Çünkü bu başka din mensuplarının ibadet ve ibadethane kültürlerini, kendi dinimizin kültürü yerine ikame etmeyelim. Ve unutmayalım ki, henüz yüz sene bile olmayan bir süre önce, camilerimiz bu hale getirilmek istenmişti.

Bu günkü notlarımızı geçen Ramazan’da teravih namazı için gitmiş olduğum camideki olayı aktararak bitireyim:

Hemen her camimizde olduğu gibi, o camide de taburede namaz kılan kardeşlerimiz vardı. Farz için kamet getirildiğinde saflara geçildi ve bulunduğum safa elinde taburesi olan bir kardeşimiz gelerek safa girmek istedi. Sağ tarafımdaki kardeşimiz, tabureli kardeşimize sert bir bakış ve ifade ile “bırak tabureyi öyle gel safa!” dedi. Tabureli kardeşimiz hemen döndü, arka tarafta köşeye taburesini bıraktı ve gelerek safa dahil oldu. Hem farzımızı, hem son sünnetimizi, hem teravihimizi ve hem vitr’imizi beraber kıldık. Hamdolsun, bazen sözün yerinde ve dozunda söylenmesi şifa’ya vesile olabiliyor.

Her şeyimizi bilen, O’na gizli hiçbir şey olmayan Yüce Allah bizleri, katında kabule şayan ibadetleri yapmaya muvaffak kılsın, nefsimizin ve şeytanın eline düşürmesin.