ASIM CENGİZ GÜR


DAVACI OLMA!

DAVACI OLMA!


Bugün Mevlid Günü. Dün pazarı pazartesiye bağlayan akşam Mevlid Kandili-Gecesi idi. Bugün de gündüzü. Alemleri nura gark eden, Sevgili Peygamber Efendimizin dünyaya teşriklerinin yıldönümü. Peygamber aşığı, ülkemizin kıymetli mütefekkirlerinden ve evlad-ı Resul’den rahmetli Seyyid Ahmed Arvasi’nin yine bir mevlid sebebiyle yazmış olduğu yakarışını, duasını bugünkü notlarımızda aktaracağız inşaallah.

Bu vesile ile Seyyid Ahmed Arvasi’yi de rahmetle ve minnetle anıyoruz. Yüce Allah’tan (c.c.), ahirette Sevgililer Sevgilisi ile ve onu sevenlerle bir arada olmayı da niyaz ediyoruz.

Şöyle yazmış Sevyyid Ahmed Arvasi :

 “Seni çok özledik. Galiba, derin yaralarından kan sızarak şehadet şerbetini içmeye yaklaşan bir mücahidin, bir yudum serin suya iştiyakından daha fazla bir özlem içindeyiz.

Yüce ve mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’den öğrenmiş bulunuyoruz ki:

insan kainatın hülasası, sen ise bu hülasanın asli cevherisin. Sen yaratılmasaydın, “âlem” yaratılmaya değmezdi. Bütün yüce değerlerin mihengi sensin. Yüce Allah, seni, varlığın ve yüce değerlerin merkezi olarak yarattı. Yaradılmışlar seninle manalandı.

Bu dünya seninle şereflendi. Şimdi o, senin mübarek vücudunu, bağrında taşıdığı için, fezada şevkle dolaşmaktadır. Güneş, Ay ve diğer yıldızlar, “Dünya” adlı yıldızı nasıl kıskanmasınlar? Yaratıkların en aşağısı olan “toprak” ve “yer”, seninle nurdan daha aziz oldu. Senin dolaştığın Mekke toprakları, “Sur” üfürüldüğü zaman, tozlarını silkip kalkacağın Medine toprakları, üzerinde ve sinelerinde seni taşımakla “mükerrem” ve “münevver” oldular.

Sen dünyamıza doğmadan önce:

kızgın kumlara gömülen bebeklerin çığlıkları, vicdanları yakmıyordu.

Burnu halkalı ve alnı damgalı köleler ümitsizdi.

Kadınlar kocalarına, kocalar putlara tapınıyordu.

Fuhuş, kumar, içki, faiz, ihtikâr, kan ve zulüm o dereceye varmıştı ki, zayıflar evlerine, “Ehl-i Kitap” dağ başlarına ve ıssız vadilere sığınmışlardı.

Zalimler ve şerefsizler, bütün makam ve mevkileri işgal etmiş, mazlumlar ve şerefli insanlar yerlerde sürünüyorlardı.

Sen geldin:

çığlıklar bitti, gözyaşları dindi, köleler hür oldu, kadınlar yüceldi, erkekler “sahte tanrıları” kırdılar;

iffet, helâl kazanç ve kardeşlik yeniden doğdu.

Hak, adalet, şefkat ve hizmet, devlet oldu. Zalimler, mağrurlar, alçaldılar, kahroldular.

Garipler, sahipsizler, kimsesizler, sende ve senin “aziz kadronda” sevgi, saygı, yakınlık ve kardeşlik buldular.

Güçsüzler senin meclisinde güçlendiler, kendilerinde güç vehmedenler “Hakk’ın karşısında” el bağladılar. Mazlumlar, senin şefkat ve merhametinde huzur ve tevazu buldular; zalimler, senin heybetinle titrediler. Tebessümün, kimsesizlere cesaret verirken, mübarek alnında kabaran damarlar zalimlerin ödünü koparıyordu.

Sen, ‘irtihalimden (vefatımdan) sonra, bana selam gönderin, onu bana ulaştırırlar” diye buyurmuştun. Sana “yağmur taneleri sayısınca”, “ağaçlardaki yapraklar miktarınca”, “denizlerdeki su damlaları kadar” selam sunuyoruz.

Sana, ne kadar muhtaç olduğumuzu biliyorsun. Sen “alemlere rahmet olarak” gönderilensin, bizi terketme, “İçimizdeki beyinsizler yüzünden bizi de kahreder misin?” diyerek Yüce Allah’a yalvarmamızı, bize sen öğretmedin mi?

Evet, Sevgili Peygamberimiz, seni, çok, hem pek çok özledik.

Şu anda mazlum, mağdur, zelil ve perişan düşen ve sayıları bir milyarı aşan İslam Dünyası’nın acıklı durumunu elbette görüyorsun.

Ey mana âleminin Sultanı!

Bizim için Allah’a duacı ol; ne olursun bizden davacı olma!”

Bunun üstüne daha ne söylenebilir ki?

Beterdir günbegün hâlimiz, begâyet, yâ Resûlallah!

Düzelsin artık ef’âlim, inâyet yâ Resûlallah!

Azıttı bu denî nefsim, beni şeytâna uydurdu.

Ne mümkin bunca isyânla, dehâlet yâ Resûlallah!

Aceb kâbil mi kurtulmak, hevây-i nefs-ü şeytândan?

Erişmezse, eğer senden, hidâyet yâ Resûlallah!

Gelince feyz-ü ihsânın, günâhkâr kimseye bir ân,

Onun râhı, dü-âlemde, selâmet yâ Resûlallah!

Emri, nehyi ta’zîm etdim, harâma demedim halâl.

Her günâhın sonu oldu, nedâmet yâ Resûlallah!

Ey ins-ü cinnin Resûlü, insanların en üstünü,

İhlâsıma bağışla kıl, şefâ’at yâ Resûlallah!