İnsan, kendisini ve çevresini fark edip , anlamlandırma çağına girmeye başlayınca dertler edinmekle hayata dahil olmaya başlıyor. Okul çağlarımızda sınavlarımız en önemli mevziimiz haline geliyor. Ardından kariyer planları, evlilik, çocuk, makamımız, mal mülk toplama dertlerimiz derken, derdimiz kadar yükümüzle bize empoze edilen hayatlar da kendimizi sisteme, insanlara ispat etmenin inanılmaz yorgunluğu- gururlu mutsuzluğunda, farklı sandığımız sularda, kimliklerde; esasın kollarından uzakta can verdiriyor.
Oysa Kuran´ı Kerim´in birçok ayeti kerimesinde şöyle buyuruyor; "O´na yönelin."
Yani bizleri uyarıyor ki; her ne iş yaparsanız yapın Allah´a yönelin.
Yön Hak olduğunda işlerinizi yoluna koyan Allah´tır buyuruyor.
Yani uzatıp kısaltmadan; derdi Allah olanın, dermanı Allah oluyor.Derdi dünya olanın da, dünya kadar yükü oluyor.
Boşuna söylemiyor güzelliği mest eden; derdin kadarsın diye!
Derdi, mevziisi Hak olanın da emanetinin ehli olması da; Hakk´ın rahmet ve bereketi ile oluyor. Yani Hakkın lütfuyla şükreden bir dilin, zikreden bir kalbin gayret ettiği her işin güzeline elbette her iki cihanda talip oluyor.
Derdimiz nedir diyorsak ta sürekli zikrettiğimiz nedir deyip önce dilimize sonra kalbimize bakalım. Baktık çok mu güzel geldi benliğimiz; güzel bir ayna, bir dost bulup bir de oradan seyredelim.
Tüm bunları üst üste koyunca kalbim diyor ki; her ne iş yaparsak yapalım, tıpkı tuttuğumuz oruçtaki ihlasımız gibi, -yani Allah bizi her dem görüyor, duyuyor ve biliyor deyip yalnız kaldığımızda dahi yiyip içemediğimiz gibi- tüm yaşayışımızda bu hali daim kılıp, yalnızca O´na yönelip, O´nun rızasını gözetelim.
Unutmayalım da , hayat yolunda "bu yanlıştır,bu olmaz, kalk düştün, tövbe et gidelim, tut elimden" diyen bir dostu, kardeşi, yoldaşı , gönül sesi olmayanın; övücü şeytan yoldaşı oluyor.
Niyazı Misri söylüyor kalbimin aheste şarkısının sözlerini;
" Derman arardım derdime, derdim bana derman imiş,
Bürhan sorardım aslıma, aslım bana bürhan imiş
Sağu solum gözler idim, dost yüzünü görsem deyü
Ben taşrada arar idim, ol can içinde canan imiş,
Öyle sanırdım ayriyem dost gayrıdır, ben gayriyem
Benden görüp işiteni bildim ki ol canan imiş,
Savm u salat u hac ile sanma zahit biter işin
İnsanı kamil olmaya lazım olan irfan imiş"
..........
Tayyar Babanın bizlere hoş bir nasihatini bildirmeden söze dur demek olmaz.
Tayyar Baba, orucun hikmetini gönlüyle pek çok müşahede edermiş. Bir gün kapısındaki eşeğe de oruç tutturmaya karar vermiş. Sahur da yemini yedirmiş ardından da iftarını ettirmiş. Sonra sormuş Canan´a. Ya Rabbi Ramazan yemeden içmekten kesilmekse bu eşek benden daha güzel oruç tuttu. Ah bile demedi. Nedir bu orucun hikmeti? Sonra bizlere de bildirmiş ki; oruç sadece aç, susuz kalmak değil. Vücudumuza abdestsiz yediğimiz içtiklerimizin, kötü alışkanlıklarımızın, Allah´ın yasak ettiği ne varsa yaptıklarımızın vücutta oluşturduğu isyankar- sabırsız hücrelerin parçalanıp atılması. Doğumumuzda tertemiz olan, zikreden bedenimizin aslına rücusu. Yeniden tüm hücrelerimizle Allah diyebilmemizin bir anahtarı.
Yani;
Oruç; tövbe, hoşgörü, yenileniş..
Oruç; geriye kalan tüm aylarda unuttuğumuz Allah beni görüyor bilinci, ihlas.
Oruç; on bir ayın abdesti.
Oruç;en önemlisi yaşam kılavuzu Kuran´ı Kerim´in bu yenilenişle birlikte gelen dirilişinin tebliği.
Allah; dilimize, gönlümüze kendinden başkasını koymasın.
Derdi; Allah deyip, yaşayan; Allah deyip ölen; Allah deyip dirilenlerden olmak duasıyla..
İyiden, doğrudan, güzelden ayrılmasın yolumuz.