ASIM CENGİZ GÜR


DİN ALİMLERİNİ SEVME

DİN ALİMLERİNİ SEVME


“Bir müslüman, Resulullah Efendimiz`i, kendisinin evlâdından, ana babasından, bütün diğer insanlardan, sevgili ve dostlarından daha fazla sevememişse -vallàhî- gerçek mü`min mertebesine ulaşamamış demektir. Önce Resûlüllah, sonra diğer sevgililer... O derecede sevecek, öyle bağlanacak, candan, "Anam babam sana fedâ olsun yâ Resulullah!" diyebilecek.

... Sonra da mürşid-i kâmilleri, Allah dostlarını, Resûlüllah âşıklarını, evliyâ vü asfiyâyı, ulemâ-i âmilîn ve ârifîn-i vâsılîni sevecek, Peygamber-i zîşânımızı sevdiği gibi...

... Çünkü, âlim-i fâzıl ve mürşid-i kâmiller verese-i Nebî`dirler; peygamberlerin hakîkî vârisleri, müslümanların manevî efendileri, ümmetin emanet edildiği emniyetli sahipleri, hilâfetin gerçek mâlikleri, sâlih salahiyetlileridirler. İbâdullahın irşâdı onlara havale edilmiş, Ümmet-i Muhammed onlara emanet kılınmıştır. Hakîkatte ulül-emr onlardır. Allah-u Taâlâ Kur`an-ı Kerim`de onlara itaati emr etmiştir. Müslümanların onları dinlemesi, onların etrafında toplanıp kenetlenmesi, onların gösterdiği yola gitmesi gerekir; iki cihan saadetine ermelerinin yolu ve çaresi budur. Çünkü onlar Kur`an`ı ve şeriati anlatır, hakkı ve hayrı öğretir; halkı doğru yola çekmeğe, a`mâl-i sâliha işlemeğe teşvik eyler, güzel terbiyeye çalışır; dini yüceltmeğe, yaymaya gayret eder; insanların ellerinden tutar, Cenâb-ı Hakk`ın rızasına erdirirler.

Şimdi millet, ulemâ-i kiram ve evliyâ-i izâmın mevkî ve makamını hakkıyla bilmiyor; onlara gereken sevgi, saygı ve bağlılıkta hatâ ve kusur işliyor; şeytana, nefse, ehl-i dünyaya, ehl-i hevâ ve hırsa, ehl-i mal ü makama kanıyor, aldanıyor da sonunda pişman ve perişan oluyor, ziyan ve hüsrana uğruyor. İyi bilinsin ki: Âkil olana, şarkı-garbı dolaşıp kendisine bir mürşîd-i kâmil, bir mürebbî-i hakîkî, bir gerçek vâris-i Nebî arayıp bulmak en başta gelen iş, en önemli vazifedir, hastalanınca ülke ülke dolaşıp, Avrupalara Amerikalara gidip tedavi olduğu gibi... Çünkü dinin selâmeti, İslâm`ın hakikatı, imanın kuvveti, gönlün şifâsı, şu fâni bedenin muvakkat sıhhat ve afiyetinden çok daha önemlidir.

Allah cümle Ümmet-i Muhammed`e hakkı hak olarak görüp ona uymayı; bâtılı bâtıl olarak görüp ondan kaçınıp sakınmayı nasib eylesin.

Cümlemize iki cihan saadeti ihsan buyursun, âmin, bi-hürmeti esmâihil-hüsnâ ve bi-câhi habîbihil-Mustafâ...”

Bu notları, Prof. Dr. Mahmud Es’ad COŞAN (Rh.A.) Hocaefendinin kendi hocası Mehmed Zahid KOTKU (Rh.A.)  Hocaefendiyi anma vesilesi ile yazmış olduğu bir yazıdan aktardım. Bugün 13.Safer.1435 günü, İslam’ın esas aldığı hicri/kameri takvime göre Rahmetli Mahmud Es’ad (Rh.A.) Hocaefendinin dünyaya gelişlerinin hicri 78. yılıdır ve bu sebeple sevenleri tarafından YÂD (anma) programları tertip edilmektedir. Biz de bu vesile ile kendilerini rahmetle ve minnetle, şükran, hürmet ve muhabbetle anıyoruz. Yüce Allah (c.c.), kendisine ulaşan yolun kandilleri olan mürşid-mürebbi insanları aramızdan eksik eylemesin.

29.Aralık.1991 tarihinde İstanbul İskenderpaşa Camii’nde yapmış olduğu hadis sohbeti esnasında şöyle söylemişlerdi :

“Bir insanın rızkı, eceli, nerede öleceği; bu Allah’ın hep bildiği, yazdığı kader, mukadderat, alın yazısı... Yâni, Hindistan’da ölmesini murad etmişse; Hindistan’dan bir davet çıkar, oraya gider.

Şimdi ben coğrafya kitaplarında görüyordum Avustralya’yı... Ne param yeter, ne aklımın köşesinden geçer Avustralya’ya gitmek... Bizi oradaki arkadaşlarımız çağırdılar: “Aman Hocam, konferans var, üniversitede eğitim var, bilmem ne...”

“Gelemem, edemem!” diyor, insan kalkıyor gidiyor oraya...

Yâni eceli oradaysa, diyecekler ki:

“Es’ad Hoca Avustralya’ya gitti, vefatı oradaymış...” diyecekler, öyle olacak.

Allah cümlemizi sevdiği bir kul olarak, sevdiği bir işi yaparken, hayır üzerindeyken canımızı alsın…”

Türkiye’de şartlar hizmetleri sürdüremez duruma sürüklediğinde ve kendi şahsına yönelik baskılar da arttığından Avustralya’ya hicret etmek zorunda kalmıştı. Orada bulunduğu süre zarfında Avustralya’nın ayak basmadık yerini bırakmamış, milliyetine, mezheb ve tasavvufi ekolüne bakmaksızın mevcut Müslümanların arasındaki işbirliğini arttırma, belli bölgelere yığılmak yerine ülkenin mümkün olan her yerine dağılmak ve başkaları adına çalışmak yerine kendi müesseselerini kurmak yönünde Müslümanları yönlendirmişti. Son olarak bir camii açılışı için yolculuk yaparken yıllar önceki duasında da belirttiği gibi “sevdiği bir kul olarak, sevdiği bir işi yaparken, hayır üzerindeyken” 4.Şubat.2001 tarihinde şehid olmuştur.

Bu seyahat öncesi 2.Şubat.2001 tarihli son sohbetlerinde yine hadislerin izahını ve değerlendirmesini yaptıktan sonra, Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in tavsiyesini özetlemiş, akılda kalması için maddeler halinde sıralamıştı :

“Ne yapacağız, kısaca söyle hocam, hatırımda kalsın! Ben uzun sözleri hatırımda tutamıyorum’ derseniz:

İbadetleri yapacaksınız bir; günahlardan kaçacaksınız iki; ahlakınızı güzelleştireceksiniz üç” demişlerdi.

Yüce Allah (c.c.) kendisini seven ve kendisi tarafından da sevilen, Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e vâris olabilen alimlerimizin sayılarını arttırsın. Onlardan istifade edebilmeyi ve cennette, Sevgili Peygamber Efendimizle, diğer Peygamber Efendilerimizle, Salihlerle, sadıklarla, şehitlerle, ebrar ile ahyar ile hocalarımızla bir arada bulunabilmeyi hepimize nasib ve müyesser eylesin.