ASIM CENGİZ GÜR


DUALARIMIZ (3)

DUALARIMIZ (3)


Dualarımız sadece kendimiz için değil, anne-babamız ve ailemiz başta olmak üzere tüm mü’minler, hatta tüm insanlar için olmalıdır. Dua edeceğimiz kişinin hayatta olup olmaması da önemli değildir. İslam alimlerinin büyük çoğunluğu, ölüler için yapılan duanın önemli olduğu, bağışlanan sevabın onlara yarar sağlayabileceği konusunda görüş birliği içindedirler. Ayet, hadis ışığında sahabeden itibaren Müslümanların konuyla ilgili uygulamaları, ölüler için dua, istiğfar ve bağışta bulunabileceğini açıkça göstermektedir. Akıl da bunu kabul etmektedir. Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de :

“Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin” buyurulmaktadır. Bu âyet-i Kerimede kendilerinden önce gelip geçmiş, müminlerin bağışlanmasını isteyenler, Ensar ve Muhacir (Allah onlardan razı olsun) övülmektedir. Duaları uygun, ölülerin bağışlanmasını dilemek yararsız bir iş olsaydı, Allah onları övmezdi.

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ölü için cenaze namazı kılmış ve Müslümanlara da kılmalarını emretmiştir. Dinimizde farz-ı kifâye olarak yerini alan cenaze namazı, esas itibariyle ölü için yapılan dua ve istiğfardan ibarettir. Müslümanların ölen hakkındaki dua ve şahadetinin Allah katında değeri olduğu ve ölünün bağışlanmasına vesile olabileceği unutulmamalıdır.

Ayrıca sahabenin haber vermesinden biliyoruz ki Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), cenaze defnettikten sonra da kabir başında durur, kabir sualinin kolay geçmesi hususunda dua ederdi. Gerek naklettiğimiz ayet-i kerime ve gerek Efendimiz (s.a.v.)’in uygulamaları, ölüler için yapılan dua ve istiğfarın önemini ortaya koymaktadır.

Peki yapmış olduğumuz güzel, salih amellerin sevaplarını ölülerimize bağışlayabilir, hediye edebilir miyiz? Sahabeden Sa’d b. Ubade (Allah ondan razı olsun), Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e gelerek :

“Annem vefat ettiğinde yanında değildim. (Onun için sadaka vermeyi düşünüyorum.) Annem adına sadaka verirsem, bunun sevabından yararlanabilir mi? dedi. Efendimiz (s.a.v.) de :

“Evet yararlanabilir” buyurdu. Bunun üzerine Sa’d b. Ubade:

“O halde şahit ol (Ey Allah’ın Resulü) Mihraf isimli bahçem annem adına sadakadır” dedi.

Aslında bir hayır iş veya amelin sevabının ölüye bağışlanması, özünde  bir dua işlemidir. Bağışta bulunan kişi, bununla, ölüsünün Allah katındaki derecesinin yükselmesini, günahlarının affedilmesini talep etmektedir. Yoksa ölünün yapmadığı amellerini onun adına yaparak kendini sorumluluktan kurtarmak değildir. Sevap bağışlama ile ölünün hayatta iken yerine getiremediği amelleri onun adına yerine getirmek farklı şeylerdir. Hemen belirtmek isterim ki, ölü olsun diri olsun bir kişinin yükümlü olduğu ameller bir başkası tarafından yerine getirilemez. Örneğin, kişinin kılmadığı namazları bir başkası kılamayacağı gibi tutmadığı oruçları da tutamaz. Ancak kişi, farz olsun nafile olsun, kendisi için yaptığı bir amelin, sevabını diri ya da ölü bir kişiye bağışlar, o da bundan yarar görebilir. Tüm bunlar Yüce Allah’ın izni ile olabilir. Yüce Allah’ın (c.c.), rahmet ve mağfiretinin sonsuzluğuna sığınırız.

Duayı, biri fiil ve hal ile diğeri söz ve kalp ile yapılmak üzere iki kısma ayırmışlardır.

Fiil ve hal ile yapılan dua, kişinin ulaşmasını arzu ettiği şeyin oluşmasını gerekli kılan sebeplere başvurmasıdır. Çiftçinin tarlasını sürüp tohumunu ekmesi, bakımını yapıp onu sulaması fiille yapılan bir duadır. Ürünün elde edilmesi için gerekli olan bu sebeplere başvuran çiftçi :

“Allah’ım! Üzerime düşen gerekli sebeplere başvurdum. Senden rızık istiyorum” diye dua etmektedir. Fiil ile yapılan dualar, ikram ve ihsanı bol anlamındaki Cenab-ı Hakkın “Cevad” ismine ve unvanına yönelik olduğundan, genellikle reddedilmezler.

Lisan ve kalp ile yapılan dua, kişinin, elinin erişemediği, gücünün yetmediği taleplerini Allah’tan istemesi demektir. Aslında dua denilince, genelde akla gelen bu tür duadır.

Özlü bir duâ, sadece dil ve dudaklarla yapılmaktan ibaret olmayıp kalp ve rûhun da duâya iştirak etmesi gerekir. El kaldırıp Allah’a duâ ederken, vicdanlarda bir titreme meydana gelmeli, gönül bir vecd ve istiğrakla kaplanmalı, rûh harekete gelmelidir. Yalvarırken, insanı korku ve haşyet havası bürümeli, tazarru ve tezelzül kendisini hissettirmelidir.

Dua gönülden, gizlice ve alçak sesle, günahlara pişmanlık duyularak, kıbleye yönelerek ve Allah’ın adıyla başlanarak yapılmalı, dua esnasında dini şuur yoğunlaştırılmalı, kabulü için acele edilmemelidir. Duanın kabul edileceğine inanılarak ısrarla duaya devam edilmelidir. Ayrıca isteğini Allah’a arz etmeden önce Allah’a hamd-ü senâ Peygamberine de salât-ü selâm getirmelidir.

Dua sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprüdür. Dua, mânevî dertlerin devası, gönüllerin sefasıdır. Dua, Yüce Allah’ın görünmez ordularından bir ordudur. Dua mü’minin silahıdır.

Yüce Allah (c.c.) kudretinin ve kendi acziyetimizin şuurunda olarak, en küçük gördüğümüz şeyleri dahi kendisinden isteyebilecek bir iradeyi hepimize nasib ve müyesser eylesin.