Kendimiz de dahil hemen tüm insanların hayatta düzeltecekleri şeyler vardır. Bir kağıda olmasa bile zihnimize yazılıdır bunlar. Yöneticileri, yönetim biçimimizi, ekonomik düzenimizi, eğitim sistemimizi, öğretmenlerimizi, din görevlilerimizi, iş arkadaşlarımızı, komşularımızı, aile bireylerimizi vesair daha bir çok şeyi değiştirmek isteriz. Bu derdimizi dost meclislerinde ya da sağda solda dillendirir ve anlatırız. Çoğu insan da bizim bu düşüncelerimize katılır, hak verirler bize. Söyleriz, anlatırız ancak, çoğu zaman beklediğimiz, istediğimiz bir neticeyi elde edebilmeye muvaffak olamayız. Bu bizi yıldırmaz, listemizde düzeltildi diye üzerini çizebildiğimiz çok az satırlar olur; bunun yanında listemize eklediğimiz daha bir çok sorunlu, düzeltilecek işler hemen her gün karşımıza çıkar. Onlar içinde çalışır, çabalarız ve ömrümüz böyle sürer gider.
Bir yönüyle haklı bir tavırdır bu; ancak büyük tehlike de burada takılı kalmaktır. Sevgili Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)´in Kur´an, fıkıh ve hadis ilimlerinde önde gelen sahabelerinden Ebüd-Derdâ (Allah O´ndan razı olsun) :
"İnsan dinde fakih (dini çok iyi, derinlemesine bilen bir) insan durumuna gelemez, tâki Allah rızası için insanlara (Allah´a itaatsizliklerine ve dini gereğince yaşamadıkları için) kızmadıkça. O insan sonra kendisine dönecek ve diğer insanlardan daha çok kendisine kızarak ?Ey benim zâlim nefsim. Sen niye bu kadar gerçekleri bildiğin halde, Allah´ın emrini tutmakta neden böyle gevşek davranıyorsun? Neden daha çok gayret göstermiyorsun?..´ diye kendisini kınamalı, kendi hata ve kusurlarına daha çok özenle bakmalı ve düzeltmeye gayret etmelidir? buyurmuşlar.
Yine bir büyüğün sözünü hatırlayalım: ?Her kesin bir ?Düzeltilecekler Listesi´ var, ama maalesef kimsenin listesinde kendi ismi yok?. Evet, düzeltilmesi lazım gelen ve bizim de düşündüğümüz, istediğimiz birçok şey var. Ama öncelikle kendi halimizin bir muhasebesini yapabilmeli ve düzeltme işini önce kendimizden başlamalıyız, çünkü istediğimiz değişiklikler, düzeltmeler ancak bizim düzelmemize bağlıdır. Hayat Rehberi´miz Kur´an-ı Kerimde Ra´d Sûresinde şöyle bir hatırlatmada/ikazda bulunuluyor:
?Muhakkak ki bir toplum özlerini (iç dünyalarını ve güzel ahlaklarını) değiştirip bozmadıkça, Allah da onların durumunu değiştirip bozmaz?. (Allah rahmet eylesin) Milli şâirimiz Mehmed Akif Ersoy da:
?Bilmez misin ki kat´î bir düsturdur bu Hak´ça
Bir kavmi bozmaz Allah, onlar bozulmadıkça? diyor, bu hakikati işaret ederek.
Görüldüğü gibi, yüce Allah insan ve toplum iradesini; iyiyi ve güzel ahlâkı, yani İslâm´a uygun yaşayışı veya bunların aksini seçme konusunda serbest bırakmış, buna göre de karşılık takdir etmiştir. Yine Enfâl Sûresinde:
?Bir topluluk, kendilerinde bulunan (güzel ahlâk)ı değiştirmedikçe Allah onlara verdiği bir nimeti/güzel bir durumu değiştirmez. Allah, şüphesiz hakkıyla işitendir, bilendir? buyuruluyor. Bu âyet-i kerimede de görüldüğü gibi, toplumsal değişmenin, çöküş ve azabın sebebi, fertlerin kendi iradeleriyle inanç, ahlâk ve yaşayışlarını bozmuş olmalarıdır. İyi, saadetli toplum olmamız için de halimizi ve yaşantımızı Allah´ın emirlerine uyarlamamız lazımdır. Tabi yönetim kademelerinde bulunanlar da bu toplumun bir ferdi oldukları ve toplumun bir yansıması olduklarından dolayı da, Sevgili Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)´in:
?Siz nasılsanız öyle idare edilirsiniz.? diye buyurduğu mübarek sözlerini de göz önünde tutarak, yöneticilerin değişebilmesi için de önce toplumu oluşturan fertlerin, güzel ahlâk yönünden gelişmiş olması lazımdır.
İnsanın aklına tabi ki hemen şöyle bir fikir geliyor:
?Tamam, ben kendim tam, kâmil bir insan değilim. Aslında istediklerimi ben de tam yapamıyorum, bu durumda bu isteklerimden vaz mı geçeyim, dillendirmeyeyim, arzu etmeyeyim mi??. Aslında bu soruya ?Evet, otur oturduğun yerde, sen önce kendini düzelt sonra başkalarından iste? demek tam olarak doğru olmayabilir. Çünkü tam, kâmil, mükemmel, kusursuz bir insan olabilmemiz çoğu zaman mümkün olamayabilir. Her bir insanın bir eksiği, kusuru bulunabilir. Ama, ?evet, otur oturduğun yerde? denilir ise, bu seferde ne nasihat eden, ne tavsiye ve talepte bulunan insan kalmaz ve bunlar da gerçekleşmez. O halde ne yapmak lazım? Önce kendimiz için talep etmek ve gerçekleştirmeye çalışmak, bunun gayretinde olmak; ama bunun yanı sıra başkaları, başka şeyler de değişsin diye çabalamak lazım. Sadece çevremizi değiştirmeye çalışır, nasihat ve tavsiyelerde bulunur, ancak kendimizi unutursak; Sevgili Peygamber Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)´in Mirac´da şahit olduğu ve bize haber verdiği bir sahnesindeki duruma düşeriz (Allah muhafaza):
?Ben Mi´raca çıkartıldığım gece, bir takım insanların yanından geçtim. Orada baktım ki, ateşten makaslarla bazı insanların dudakları kesiliyor, kopartılıyor. ´Bunlar kimdir?´ diye sordum. Denildi ki: ´Bunlar senin ümmetinden ehl-i dünya olan bazı hatiplerdir ki, ümmetine bunlar hitâp ettiler, söz söylediler ama kendileri ehl-i dünya (ahireti değil de dünyayı elde etmeye çalışan, dünyalık peşinde koşan, kaygıları ahiret olmayıp dünya olan) insanlar... Bunlar insanlara iyiliği emrediyorlardı ama, kendilerini unutuyorlardı. Kitabı okudukları halde, kendileri yapmıyorlardı. Onların hiç mi akılları yoktu, hiç mi akletmemişlerdi?´ ?.
Ne dersiniz? Listenin en başına kendimizi yazalım ve değişimi kendimizden başlatalım mı? Trafik ihlali yapanlara kızmadan önce, aynı hataları biz de yapmayalım. Yaşlı bir yolcuya yerini vermek yerine, uyur numarası yapana kızmak yerine o yaşlıya biz yerimizi verelim. Yardıma muhtaç birine, ?Niçin kimse yardım etmiyor?´ demek yerine, yardımına biz koşalım. Sadece Cuma namazlarına gidip, ?Millet namazı niyazı terk etti´ demek yerine, Yüce Rabbimizin belirlediği her saatte O´nun huzuruna koşalım. Bir kişi az mı? Aslında değil, toplum bilgi, teklif ve nasihat yerine; söylediklerini hayatında uygulayan insanlar bekliyor. O kişi neden biz olmayalım. Bir iken neden binlerce, milyonlarca olmayalım; ve neden Yüce Rabbimizin ?Durumunuzu değiştirirseniz, toplum olarak sizin durumunuzu değiştiririm? mealindeki müjdesine kavuşmayalım. Haydi, Bismillâh!...