İDRİS YAVUZ


GÜNAHLARINIZI NASUH TÖVBESİYLE TEMİZLEYİN

Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında Batı Anadolu’dan Hicaz’a gitmek üzere hareket eden Hac kervanı Niğde ili Ulukışla İlçesi Çiftehan civarına geldiği sırada eşkıyalar tarafından yolları kesilip soyulmuştur


Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarında Batı Anadolu’dan Hicaz’a gitmek üzere hareket eden Hac kervanı Niğde ili Ulukışla İlçesi Çiftehan civarına geldiği sırada eşkıyalar tarafından yolları kesilip soyulmuştur. Bu kervanın yolcuları arasında, 11–12 yaşlarında bir de çocuk vardır. Annesi bu çocuğu, tanıdığı kimselere emanet edip onu Hacc’a yollamıştır. Bu soygundan derin üzüntü duyan çocuk, eşkıyalara bağırarak: “Madem ki kervanı soydunuz, bu insanların paralarını aldınız, neden benim paralarıma dokunmadınız? “ dedi.

Eşkıyadan biri çocuğun yanına gelip; “Sende para ne gezer?” dediğinde çocuk belindeki kuşağa gizlediği ve annesinin yol harçlığı olarak verdiği altınları göstererek, “İşte burada 40 altınım var” dedi. Bunun üzerine haramilerden biri; “Çocuk, sende para olduğunu hiç düşünemedik, kaldı ki sen durup dururken kendini niye ele verdin” dedi. Çocuk; “Ben Allah’ın evine ziyarete gidiyorum. Bu kadar insanın canını yaktınız. Başka parası olan var mıdır, diye de sordunuz. Dinimizce yalan söylemek günahtır. Eğer Allah’ın huzuruna giden kimse yalan söyleyecekse, bu yola hiç gitmesin. Ben sizden değil, Allah’tan korkarım. Siz bu insanların paralarını aldınız, canlarını yaktınız, siz hiç Allah’tan korkmaz mısınız? Çünkü O, her şeyi bilen ve görendir” . Bu sözler karşısında şaşkına dönen silahlı üç eşkıya; “Biz ne yaptık? Şu parmak kadar çocuk bize iyi bir ders verdi. Allah’ım bizi af et!“ dediler.

Soydukları kervanın para ve mallarını geri iade edip onlardan özür dilediler ve sonra da oradan ayrılıp Ulukışla’ya geldiler. Yaptıklarına öyle pişmanlık duydular, öyle üzüldüler ki, tarifi mümkün değil, tıpkı Kur’an’ı Kerim’in Tövbe Suresi’ndeki ayetlerde adı geçen Nasuh Tövbesi gibi bir tövbe yakarışı içine girdiler.

Çünkü Hz. Allah Kur’anı Kerimde; “Ey iman edenler! (işlemiş olduğunuz günahlar için) nasuh bir tevbe ile tevbe ediniz” buyurmaktadır.[1]

“Nasûh Tevbesi" kulun kesinlikle, bir daha günah işlemeye dönmemek için kesin kararlı olarak tevbe etmesidir.

Mevlana Hazretleri Mesnevisi’nde; “Eskiden Nasuh adlı bir adam varmış nefsine uyan ve sürekli tövbe edip tövbesini bozan bir kişiydi. Kadınlara düşkündü. Kendini kadın kılığına sokup, kadın meclislerinde bulunurdu. Bir müddet sonra da hamamlarda tellaklık yapmaya başlamış, tabi kadınlar bu kişinin erkek olduğunu bilmiyorlarmış ve bir gün vezirin kızının sırtını keselerken kızın küpesindeki inci düşüp kaybolmuş, bu sırada hamam sahibi kapıları kilitleyip herkesin soyunmasını ve aranacağını söylemiş bunu duyan Nasuh o kadar korkmuş ki ne yapacağını şaşırmış. Şimdi soyunursa erkek olduğunu görecekler, bunun üzerine bir kenara çekilip o kadar yürekten bir tövbe edip “Allahım, beni buradan mahcup etmeden çıkarırsan sana bu Nasuh tövbesi olsun bir daha tövbemi bozmayacağım” der. Bu arada aranma sırası Nasuh’a gelmiştir ve hamam sahibi “Hadi Nasuh hanım sende soyun” dediği sırada, “İnci bulundu” diye bir ses duyulur. Nasuh da soyunmaz, bu sırada vezirin kızı ;”Hadi Nasuh hanım gel beni kesele” der, ama Nasuh bir daha tövbesini asla bozmaz ve oradan kaçarak çıkar. Ömrünün sonuna kadar Allah yolunda dua ve niyazından asla ayrılmaz.

Nasuh tövbesini bir de Fakih Ebû'l-Leys’den dinleyelim;

Hz. Ömer: “Ey Allah’ın Resulü, kapıda bir delikanli var, öylesine ağlıyor ki, yüreğimi yaktı” dedi. Peygamber (S.A.V.) Hz. Ömer'e “Onu içeri al” buyurdu. Delikanlı ağlayarak içeri girdi. Peygamber (S.A.V.) ona “Delikanlı, niçin ağlıyorsun?” diye sordu. O da; “Ey Allah’ın Rasûlu! Birçok günahıma ağlıyor ve C.Allah'tan korkuyorum” diye cevap verdi.

Peygamber (S.A.V.) ona “Allah'a ortak koştun mu?” diye sordu “Hayır” dedi. “Haksız yere adam öldürdün mü?” , “Hayır” dedi. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.); “O halde yedi kat gök, yedi kat yer ve dağlar kadar bile olsa, C.Allah günahlarını affeder” dedi.

Delikanlı; “Yâ Rasûlallah! Benim günahlarım bunlardan daha büyüktür” dedi. Peygamber (S.A.V.), delikanlıya: “Senin günahların mı büyük, yoksa C.Allah'ın affı mı?” diye sordu, delikanlı: “Hiç süphesiz C.Allah’ ın affı daha büyük” diye cevap verdi. Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) delikanlıya: “Hiç süphesiz, kocaman bir günah yığınını C.Allah af eder.” dedi.

Daha sonra Peygamber (S.A.V.) delikanlıya; “İşlediğin günahı bana söyle” dedi. “Senden utanırım, yâ Rasûlallah” diye cevap verdi. Peygamber (S.A.V.) ısrar edince, genç; “Ben yedi yıldan beri kefen soyardım. Geçenlerde Ensar'dan bir cariye ölmüştü, vardım kabrini açtım, kefenini soydum. Henüz birkaç adım uzaklaştım ki, şeytan beni dürttü, geri döndüm ve ölü cariyenin ırzına geçtim. Sonra gidiyordum ki, cariyenin ayakları üzerine dikildiğini gördüm, bana şöyle sesleniyordu: “Ey delikanlı, yazık sana! Mazlumun hakkını zâlimden alan C.Allah’tan utanmıyor musun? Beni ölüler arasında çıplak ve Allah (C.C) katında cünûb bıraktın.” dedi.

Bu itirafı duyan Peygamber (S.A.V.) son derece üzüldü ve kızdı, gencin dışarı çıkarılmasını söyledi. Kovulan genç, kırk gece C.Allah'a devamlı tevbe ve niyazda bulundu. Kırkıncı gece dolunca ellerini göğe kaldırarak söyle seslendi;

“ Ey Muhammed'in, (S.A.V.) Âdem'in (A.S.) ve İbrahim'in (A.S) Rabbi. Eğer beni affettiysen, bunu Hz. Muhammed'e (S.A.V.) ve O'nun sahabilerine bildir, değilse gökten ateş indir ve beni içinde yak.” diye niyazda bulundu.

Bu sırada Cebrail (A.S.) Peygamber’e (S.A.V.) gelerek O'na söyle dedi; “Yâ Muhammed, Rabb'in sana selâm ediyor ve “Varlıkları sen mi yarattın?” diye soruyor.

Peygamber (S.A.V.) Cebrail'e “Hâşâ, hem beni ve hem de onları yaratan, benim ve onların rızkını veren O'dur” diye cevap verdi. Bunun üzerine Cebrail, Peygamberimize “C. Allah sana bildiriyor ki, “Ben o delikanlının tevbesini kabul ettim.”

Peygamber (S.A.V.) hemen delikanlıyı yanına çağırır ve; ”C. Allah senin tevbeni kabul etti“ diye, ona müjdeyi verir.

İşte buna benzer bir olay da Ulukışla’da gerçekleşmiştir. Hac kervanını soyan bu üç eşkıyadan biri Karatepe’ye, ikincisi Katran Dede’ye, üçüncüsü ise Dikmen Tepesi’ne yerleşmişlerdir Mevlana’nın anlattığı yâ da Hadis’i Şerif’te belirtildiği şekliyle Nasuh Tövbesi gibi tövbekâr olan bu üç zatın veli kimseler olduğu rivayet edilmektedir.

Ulukışla bölgesinde sık sık ziyaret edilen bu üç gönül dostu insan, Ulukışla’nın manevi bekçileri olarak kabul edilmektedir. Birbirleriyle iletişim içinde, bu üç tepe arasında ışık huzmelerinin aktığını gören yöre halkının ifadeleri yer almaktadır.

Yüce Mevlam gönül gözü açık ve tevbekar olanları işte böyle bağışlıyor.