VELİ ALTINKAYA


DUYGUSAL BİR YAZI

GÜNDEM - Veli ALTINKAYA


Der ya şair, “Ne zaman bir Anadolu türküsü dinlesem şairliğimden utanırım.”

Aslında şairin o ‘türkü’ dediği, bir hüznün, acının, yokluğun, yoksulluğun, çilenin, hasretin, sevdanın Anadolu insanının gözyaşı ile yüreğinden diline akan mısralardır.

Bunların çoğu ağıttır...

Şimdinin yeni nesil acıları, yokluğu, hüznü terennüm eden ağıtları enstrüman eşliğinde söyleyerek raks ediyor...

Oysa o ağıtların, o sözlerin her biri kitaplık çapta bir mana yüklü.

Çoğu bir ananın feryadı...

Bir ananın eşine, evladına, kardeşine, babasına acıyla seslenişi...

Acı haberi aldığında kendi elinde olmadan ilahi bir ilham ile gönülden dile vuran mısralar o türküler, ağıtlar...

Anadolu insanı bunu türkü olsun, ağıt kalsın diye söylemez. İçindekini olanca berraklığı, acı ve hüzünle oluşan ruh haliyle dışa vurur.

Sonra bakarsınız ki o mısralar dilden dile dolaşıp, çoğu kez ‘anonim’ olarak karşınıza çıkmış...

Ve siz o mısralarda mutlaka sizden, dününüzden, çevrenizden bir eser bulursunuz.

Ve sahiplenirsiniz, hüznünüzü resmeder zira...

Sevdanızı, hasretinizi, yokluğunuzu, yoksulluğunuzu görürsünüz o satırlarda...

Ve siz söylemiş gibi o mısraları hıfz etmeye çalışırsınız...

Bu duygularla, bu gelenekle olsa gerek, ne zaman bir söz ve saz ustası bağlamanın teline dokunsa yüreğim cız eder...

Tıpkı yüreği yaralı, çileli bir Anadolu insanı, Anadolu anası gibi...

18’inde evladını, 50’sinde eşini kaybeden anaların feryadı gelir aklıma bağlamanın sesini duyunca... Sonra hüzünlenirim ve gözlerim nemlenir. Erkeklik gururu ile ağlamamak için sağıma ve soluma bakıp iç çekerim...

Anadolu...

Anadolu insanı...

Anadolu anası...

Sevdasını yüreğine gömen, acısını mısralara döküp şiirleştiren Anadolu insanı...

Tüm berraklığı ve samimiyeti ile hüznünü ve hasretini boynu bükük bir hal ile Yaradan’a dua, hitap, niyazla seslenen Anadolu insanı...

Bu tür insanların kim olduğunu mu merak mı ediyorsunuz?

Ananıza, babanıza bakın...

Dününüze bakın...

Etrafınızdaki insanların alın kırışıklıklarında çektikleri çilenin izlerini görün, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız...

Çile çekmemişseniz hamsınız; acı duymamışsanız pişmemişsiniz, yokluğun, yoksulluğun izlerini taşımıyorsanız şükürsüzsünüz; imtihana karşı tahammül edemiyorsanız sabırsızsınız, hırsınızın esiriyseniz, kaybetmeye mahkûmsunuz vesselam...

Eğer malınız, mülkünüz, eşiniz, evladınız, makamınız size mutluluk vermiyorsa, bilin ki sizde şükür ve sabırdan eser yoktur.

Böyleyseniz bilin ki deminden beri söylemeye çalıştığım berraklıkta acınızı, sevdanızı mısralara dökemezseniz. Bunu yapamıyorsanız, yine, bu size Yaradan’ın en büyük cezalarından biridir.

Dövünün o zaman...

Hem de başınızı iki eliniz arasında alıp, ‘ben neyim, bu hal neyin nesi’ Ya Rabbi diyerek dövünün...

Daldan dala atladığım bu satırları niye yazdım?

Bir annenin hüznüne şahit oldum da ondan. Çilesini, kaderini, dünyalık imtihanını gördüm de ondan yazdım...

Üzmeyin annenizi...

Duasını alın onların. Ananızın duasının sizin için ne büyük bir zırh olduğunu bir gün anlarsınız.

Sadece kendi ananızı değil, tüm anaların dinleyin. Elinizdeki cep telefonundan bir ananın mısralarına kulak verin; bakın nasıl da yüreğinizi dağlıyor o sözcükler.

Bazen okuma yazması dahi olmayan bir ananın, Anadolu’nun ücra köşesinde bir yiğit insanın, dağdaki bir çobanın bir mısrasının, günümüz sözde şairlerince idraki ne mümkün.

Anadolu insanının samimiyeti ve Yaradan’a teslimiyeti, gönül dili ve hal ile birleşince karşınıza kitaplık çapta eserler ihtiva edecek mısralar çıkıyor...

Bu satırları okuduktan sonra alın kırışıklıklarında ya da dökülen, aklaşan saçlarında hüznün izlerini görmeniz gereken insanlara bir de böyle bakın...

Bakın ki, gün gelecek aynı çileyi siz de çekeceksiniz. Kim bilir belki de ilerlemiş yaşlarınızda değil, daha da erken...

Huzur bulmak, ‘ağız tadı’ ile yaşamak mı istiyorsunuz; o halde Yunus’ça seslenin kendi nefsinize ve etrafınıza... ‘Sevelim, sevilelim, bu dünya kimseye kalmaz’ demesini bilin. Veya ‘mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen oyalan’ diyerek helal-haram ölçüsünü şiar edinin...

Hayat düsturunuzda helal ve haram bir ölçü olursa, huzur bulduğunuzu görürsünüz. İşte o zaman yüreği yanık bir Anadolu insanı gibi, sizin de bir gün şiirleşmiş mısralarınız olur.

Sözlerimin cümlesi kendi nefsimedir.

 

KULİS BULVARI

‘İYİ Kİ ŞEHİR HASTANESİ VAR’

AK Parti Kayseri İl Başkanlığı bir video klip hazırlamış. Daha çok da taşra ilçelerinin köylerine gidilerek Şehir Hastanesi’nde tedavi görmüş kişilerle konuşulmuş ve onların beğenileri bir videoda toplanmış. Güzel bir çalışma yapmış Şaban Çopuroğlu’nun ekibi, kutlarım. Kayseri’de Şehir Hastanesi yapılmamış olsaydı, biz salgın sürecini çok daha zor geçirirdik. Mecburen salgının yükünü Devlet Hastanesi çekecekti. Devlet Hastanesi’nde birçok oda iki, üç, hatta dört yataklı. Mevcut imkânlar böyle. Böyle bir ortamda virüsle nasıl mücadele edecektiniz? Kayseri Şehir Hastanesi, Prof. Dr. İlhami Çelik’in yönetiminde tüm personel ile neredeyse bir yıldır dur-durak bilmeden çalışıyor. Hakkını yemeyelim, Devlet ve ERÜ Hastaneleri ile özel sağlık kuruluş çalışanları da aynı dönemde çok fedakârane görev yaptı, yapıyor.

Özet: Şehir Hastanesi yapılmamış olsaydı işimiz daha zordu.

 

Mış… Miş… Muş…

00- Cuma geceden sonra Erciyes yolu daha sıkı denetlenecekmiş.

00-Vaka oranı düşmezse Kayseri’de kısıtlamanın kaldırılması zormuş.

00-Kayseri’de pazartesi okulların açılıp açılmayacağı muğlakmış.

00-Erciyes Anadolu Holding, Boydak Ailesi’nin Türkiye Finans Katılım Bankası’ndaki % 10.58 hissesi için tedbir ve kayyım atanması için yargıya başvurmuş.

00-AK Parti Kayseri Teşkilatı ‘İyi ki Şehir Hastaneleri Var’ başlığı ile güzel bir görsel-röportaj hazırlamış.

00-Şehir Hastanesi ilk kemik iliği naklini gerçekleştirmiş.

00-Kayseri’de her mahalle, her sokak doğalgaz istiyormuş.

00-Başkan Palancıoğlu, martta kongre yapacak Serbest Bölge ile yakından ilgileniyormuş.

00-Başkan Çolakbayrakdar Erkilet’in çehresini değiştirecek adımlar atıyormuş.