ASIM CENGİZ GÜR


HATIRALAR

HATIRALAR


Bu haftaki hatıraları Osmanlı Sultanlarından aktaracağız.

Yıl 1453... Osmanlı ordusunun önünde gencecik bir serdar... İstanbul surlarının önünde, Efendisi`nin (sallallahü aleyhi ve sellem) medhine nail olabilmek için otağını kurmuş... Bir Cuma sabahı Cenab-ı Hak ona fethi müyesser kılmış... Bu kutlu serdar bir gece otağından çıkar ve hocası Akşemseddin Hazretleri`ni ziyarete gider. Allah Resulü`nü (sallallahu aleyhi ve sellem) Medine`ye hicretlerinden sonra Mescid-i Nebevî yapılana kadar evinde misafir eden ve yıllar sonra da, İstanbul önlerinde şehit olan sahabe efendimiz Hazreti Eyyub el-Ensarî`nin (radıyallahu anh) kabrinin bulunması hakkındaki arzularını belirtir, himmetlerini ister. Akşemseddin Hazretleri de hünkârın koluna girerek çadırdan çıkar. Haliç kıyılarında, surlara yakın bir yeri işaret ederek, "İşte burasıdır." der. Fatih Sultan Mehmet Han derhal emir verir: "Buraya bir cami ve türbe yapıla." Bu emir üzerine bugünkü caminin ve türbenin inşasına başlanır. Anlaşılıyor ki, onlar sadece Allah Resulü`ne (sallallahü aleyhi ve sellem) değil O`nun köyünün kokusunu taşıyanlara da büyük bir sevgi beslemişlerdir.

Bu sevgi Fatih`ten oğluna da aksetmiştir. Bir gün İkinci Bayezid Han çok iyi dostu olan Hak âşığı Baba Yusuf`u Hacca uğurlamak için ayağına kadar gider, ona bir miktar altın teslim eder ve "Bu, elimle çalışarak kazandığım helâl kazançtır. Bu altınları Ravza-i Tahira`nın kandilleri için ayırdım. Allah Resulü`nün (sallallahu aleyhi ve sellem) huzuruna varınca: Ey Allah`ın Resulü (sallallahü aleyhi ve sellem), günahkâr kul Bayezid`in selâmı var... Bu altınları türbenin kandillerine yağ alınması için gönderdi. Kabul buyurunuz..." diye söylemesini tembih eder.

Yavuz Selim Han Mercidabık zaferinden sonra İslâm dünyasında daha çok tanınmasından pek de hoşnut olmamıştır. Zîrâ camilerde hutbeler kendisinin adına okunmaya başlanmış ve burada da Hâkimü`l-Harameyn (Mekke ve Medine`nin hâkimi) lâfzı kullanılır olmuştur. Bu söz onu içten içe yaralar. Bir gün Halep Ulu Camii`nde bir Cuma namazı sırasında minberde imamın dilinde Hâkimü`l-Harameyn sözünü işitince, hemen ayağa kalkarak onu düzeltir: "Hayır, hayır Hakimü`l-Harameyn değil, Hâdimü`l-Harameyn (Mekke ve Medine`nin hizmetkârı)" Hatip, onun istediği gibi okur hutbeyi. Namazdan sonra da koca hünkâr, kaftanını hatibe hediye eder. Efendisi`ne karşı hissettiği derin muhabbete etrafındakiler de şahit olur.

Osmanlı padişahları içinde Efendimiz`i (sallallahü aleyhi ve sellem) rüyasında görüp O`ndan aldığı emir ve işaretle fetihler yapanlar da olmuştur. Kanunî Sultan Süleyman`ın gördüğü rüya buna misâl olarak nakledilmiştir. Rüyasında Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): "Belgrad, Rodos ve Bağdat kalelerini fethedesin sonra da benim şehrimi imar edesin!" diye emir buyurur. Bu emir üzerine, Kanunî hemen Harameyn`i imar ve iskân projelerine başlar. Hattâ vasiyetinde şahsî servetinden hacılar için su getirecek bir vakıf kurulmasını ister. Kızı Mihrimah Sultan da babasının bu vasiyetini yerine getirir ve Arafat`taki Ayn-ı Zübeyde Suyu`nu Mekke`ye ulaştırır.

Sultan Abdülaziz hasta yatağında yattığı sırada Medine`den bir dilekçe gelir. Devlet erkânı önce dilekçeyi arz etmekte tereddüt gösterse de, padişahın Medine`ye karşı hassasiyetini bildiklerinden, dilekçeyi huzura getirirler. Yaveri dilekçeyi okuyup cevabını isteyecektir; ama sultan onun Medine`den geldiğini öğrenince okumasına mâni olur. Muhabbeti öylesine derindir ki, yanındakilere "Beni ayağa kaldırınız. Mukaddes beldeden gelen dilekçeyi yatarak dinleyemem." der. Dilekçeyi titreyen ayaklarına rağmen el pençe divan durarak dinler ve hemen gereğinin yapılmasını emreder. Âdeti oluğu üzere Medine`den gelen hiçbir postayı abdestini tazelemeden eline almaz. Çünkü bunlarda Hz. Peygamber`in (sallallahü aleyhi ve sellem) köyünün tozu ve kokusu vardır. Öper, alnına koyar, koklar ve öyle açar.

Osmanlının en çalkantılı dönemlerinden biri de İkinci Abdulhamid Han dönemidir. Lâkin bu dönemde önemli icraatlara imza atan cennet mekân Sultan Abdulhamid Han, ülkenin dört bir yanını demir yolu ile donatır. Bu yolların en önemlisi Hicaz demiryoludur. O mukaddes beldeleri korumak ve hacıların emniyetli bir yolculuk yapabilmesini sağlamak için, İstanbul`dan Medine`ye kadar demiryolu hattı döşetir. Harem hudutlarına yaklaşılınca da, rayların döşenmesinde sadece Müslüman işçilerin çalışmasına müsaade edilir. 31 Ağustos 1908 tarihinde Medine`ye ulaşan hattın son 30 km`lik kısmına bizzat padişahın emriyle keçe döşenir. Lokomotif şehre yaklaştığında hızını keser, yavaşça perona yanaşır. Yolcular parmak uçlarında inerler trenden, edeple, hürmetle... Keçe döşenen raylar, o kutlu beldeye duyulan hürmetten günün belli saatlerinde gülsuyuyla yıkanır.

Osmanlı padişahları Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sevgisini kalblerinde böylece taşırlar. Belki de bize bıraktıkları en mühim miras da o sevgidir.

Yüce Allah (c.c.)  bize Resulü`nü (sallallahü aleyhi ve sellem) onlar gibi sevmeyi, O’nun yolunda olmayı, O`nun şefaatine nail olmayı, ahirette  O’nunla olmayı nasip eylesin.