ASIM CENGİZ GÜR


HAYAT SÜRERKEN (4)

HAYAT SÜRERKEN (4)


Sahabe efendilerimiz (Allah onlardan razı olsun), Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in etrafında saf, temiz ve katışıksız bir inanç eğitimi almışlardı. Efendimiz (s.a.v). lazım olan her şeyi onlara veriyordu. Onlar da gereksiz olan şeyleri Efendimiz (s.a.v.)’e sormuyorlardı. Çünkü Efendimiz (s.a.v.) :

“Allah, bazı şeyleri farz kılmıştır; onları elden kaçırmayın. Bazı sınırlar koymuştur; onları çiğnemeyin. Bazı şeyleri haram kılmıştır; onları işlemeyin. Unuttuğu için değil de size acıdığı için bazı konularda sükût etmiştir; onları da araştırmayın, üzerine düşmeyin” buyurmuştu.

Bu sebeple Sahabe efendilerimiz, bu ölçüye uyarak Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in öğrettiği tertemiz itikadı taşıyorlardı. Kendilerine yetişen Tabiîn ve onlardan sonraki dönemde yaşamış olan Tebe-i Tabiîn döneminin genel anlayış ve yaşayışı da böyle idi.

Onlara, Hz. Peygamber Efendimiz’in anlayış ve uygulamalarına sımsıkı bağlı oldukları için ve müslümanların asıl çoğunluğunu oluşturan ana gövdeden kopup ayrılmadıkları için “Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat” denildi. “Dini en doğru anlayan ve yaşayan öncülerimiz” anlamında da “Selef-i Salihin” ismi verildi.

Dini en doğru anlayan ve yaşayan öncü kadroların (Selef-i Salihinin) yolundan giden Ehl-i Sünnet alimleri ise, zamanla ortaya çıkan ve müslümanlar arasında karışık fikirler yayan bu bid’at anlayışlara ilmî faaliyetlerle karşı koymuşlardır. Bu faaliyetler İmam Eş’arî ve İmam Maturidî ile şekillenmeye başlamış, onların talabelerinin çalışmaları ile sistemleşmiştir. Böylece Sevgili peygamber efendimiz (s.a.v.)’den günümüze Sünnet’te öğretilen inancı, Ehl-i Sünnet temsil etmiş ve Selef-i Salihin ile başlayan ve İmam Eş’arî ve İmam Maturidî ile devam eden Ehl-i Sünnet anlayışı, Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in öğrettiği inanç sisteminden taviz vermeden ve herhangi bir ekleme yapmadan günümüze kadar ulaşmıştır.

Bu girişi şunun için yaptım. Toplumumuzda özellikle belli yaşın altındaki insanlarda mezhebin mahiyeti ve gerekliliği konusunda temel bir bilgi eksikliğini görmekteyim. Hatta mezhebin nedir sorusuna genellikle “Hanefi”, “Şafi” cevaplarını veren bir çoğunluk olmasına karşın, “Peki amelde mezhebin budur, inançta/itikadda mezhebin nedir?” sorusuna ise çok az cevap verilebilmektedir. İnşaallah okul müfredatlarındaki son yıllarda yapılan değişiklikler ve toplumun okuma alışkanlığının artması ile bu meselelerde mesafe alınabilir.

Konuya tam girmeden önce bir de “fetret dönemi/devri” hakkında bir şeyler söylemek gerekecek. İki peygamberin devirleri arasında, önceki peygamberin getirdiği dinin unutulmasından başlayarak sonraki peygamberin gelişine kadar geçen zamana “fetret devri” ve bu zamanda yaşamış ve iki peygambere yetişememiş kimseye de “ehl-i fetret” denilir.

Şimdi, birkaç günlük notlarımızda aktardığım ve umumiyetle gençlerden gelen sorunun cevabını aktarmaya çalışalım.

Ehl-i fetret, namaz, oruç, zekât gibi ibadetlerle ve dinin diğer emirleriyle mükellef değildir. Bu hususta alimler ve mezhepler arasında ittifak vardır. Ahirette onlara bu ibadetleri yapmadıklarından dolayı hiçbir hesap ve ceza olmayacaktır. Çünkü bunların bilinmesi bir peygamberin tebliğine bağlıdır. Hâlbuki bu kişiler, bir peygambere ulaşamamışlardır. Bu yüzden ibadet ve emirlere muhatap değildirler. Fakat bu kimselerin, Allah’a iman etmekle mükellef olup olmayacakları hususunda ihtilaf vardır.

Amelde Hanefi mezhebine bağlı olanlar, itikadda İmam Maturidi’ye bağlıdırlar. İmam Maturidi’ye göre; ehl-i fetret, ibadet ve emirler ile mükellef değil ise de, Allah’a iman ile mükelleftir. Çünkü Cenab-ı Hak, onlara aklı vermiş ve şu âlemi, varlığına ve birliğine delil olacak sayısız mahlûklarla doldurmuştur. Bir iğnenin ustasız, bir harfin kâtipsiz ve bir memleketin sahipsiz olamayacağını bilen insan, şu âlemdeki sanat eserlerinden sanatkârları olan Allah’a ulaşmalıdır. Ve ona iman etmelidir. Akıl, bir peygamberin davetini işitmese de bunu tek başına yapabilecek bir kabiliyettedir. Dolayısıyla fetret asrında yaşamış insanlar, eğer Allah’a iman etmeden ölürlerse, İmam Maturidi’ye göre bunlar kâfir olarak ölmüş sayılırlar.

Genellikle Şafi mezhebinde olanların, itikadda tabi oldukları İmam Eş’ari ise: Ehl-i fetretin, Allah’a imanla da mükellef olmadığı görüşündedir. Çünkü İmam Eş’ari’ye göre: İnsanları peygamber vasıtasıyla imana davet eden Allah Teâlâ, fetret ehline bir peygamber göndermemekle, onları imana davet etmemiştir. Çünkü Kur’an’da geçen “Peygamber göndermedikçe Biz kimseye azap edici değiliz” ayetine göre, onların sorumlu olmamaları gerekir. Zira sırf akıl ve fikir, Allah’ı bilmede yeterli değildir. Dolayısıyla İmam Eş’ari’ye göre; fetret devri insanları, iman etmemekten dolayı cehenneme girmeyeceklerdir.

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’ın gelişinden sonraki insanların durumu hakkında ise; İmam Gazali şöyle bir tasnif yapar ki, bu tasnif, günümüzdeki Hristiyan ve Yahudilerin akıbetlerini merak edenler için de bir cevap niteliğindedir. İmam Gazali şöyle demektedir:

“Peygamber Efendimiz (s.a.v.v)’in gönderilmesinden sonra, inanmayan insanlar üç sınıftır:

1. Sınıf: Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in davetini duymamış ve kendisinden haberdar olmamış kimselerdir. Bu sınıf kesin olarak cennet ehlidir.

2. Sınıf: Peygamberimiz (s.a.v.)’in davetini, gösterdiği mucizelerin durumunu ve güzel ahlakını duymuş olmakla birlikte iman etmemiştir. Bu sınıfta kesin olarak cehennem ehlidir.

3. Sınıf: Bu iki derece arasında bulunan sınıftır. Peygamber Efendimiz (asv)’ın ismini duymuşlarsa da’ı tâ küçüklüklerinden beri, ismi Muhammed olan ve -hâşâ- peygamberlik iddiasında bulunan yalancı bir insan olarak tanımışlardır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hakkında, olumsuz propagandadan başka hiçbir şey duymamışlardır. İmam Gazali bu sınıfta olanlar hakkında kesin konuşmamakla birlikte şöyle devam eder: “Kanaatime göre bunların durumu, birinci grupta olanların, yani Peygamberimiz (s.a.v.)’i hiç duymamış olanların hali gibidir.”

Yüce Allah (c.c.) bahşettiği iman ve islam nimetinden bizi ayırmasın ve kendisinden-elçisinden habersiz kulları haberdar kılarak hidayete erdirsin.