İDRİS YAVUZ


HİÇBİR SUÇ GİZLİ KALMAZ

YAVUZCA - İdris YAVUZ


Dünyada sır diye bir şey kalmadı. Sosyal medyada insanların kimlik numaraları orta yerde dolaşıyor. Akıllı telefonlarla kimin nerede ve ne yaptığı konusu sır olmaktan çıktı.

Bundan bir müddet önce devletin kozmik odalarına kadar bir takım art niyetli kimselerin girdiği ve örümcek dinleme cihazlarıyla üst seviyede bulunan kimselerin bile dinlendiği şikâyet konusu olduysa, biz neyin gizliliğinden bahsediyoruz?

Peki, insan hayatında mahremiyet denilen bir şey kaldı mı? Bu gün İnsanların öz geçmişlerine ait her türlü bilgi ve belgelere ulaşmak o kadar da zor değil. Şimdi size tarihten güzel bir anıyı aktarmak istiyorum;

Osmanlı sadrazamı (Başbakanı), devlet adamı, diplomat ve şair kişiliği ile tanınan Koca Ragıp Paşa’nın, (d. 1698- ö.1763) bir nüktesinde;

"Mert-i kıpti şecaatin arz ederken sirkatin söyler (Çingene erkeği yiğitliğini anlatırken hırsızlığını söyler)" şiiri meşhurdur.

Ragıp Paşa'nın bilgi birikimi, devlet yönetmedeki becerisi ve de zamanının kriminal suçlu olanları yakalamaktaki zekâsı bu güne kadar söylenegelmiştir.

Ragıp Paşa sadrazam iken, bir gün mahiyetindeki devlet erkânıyla bir toplantı halinde iken sözü espriye getirip onlara hitaben; "Efendiler siz hiç rüşvet almadığınıza yemin edebilir misiniz?" dedi.

Oradakiler yemini billâh ederek rüşvet almadıklarını söylerler. Meclis’te meşhur, herkesin yakinen tanıdığı Haşmet adında nüktedan bir devlet memuru da vardır ve bir köşeye çekilmiş sessizce durmaktadır. Ragıp Paşa;

“Haşmet, Rumeli de hayli devlet adına hizmetlerde bulundun, vergi topladın. Bir kenarda sessizce durup yemin edemediğine bakılırsa yeterince rüşvet almışa benzersin" deyince, Haşmet;

“ Paşam, Müslümanlar’da yalan yere yemin edenler çatlar diye bir itikat vardır. Şimdi ben şu yemin eden efendilere bakıyorum. Eğer çatlamazlarsa ben de yemin edeceğim" deyiverir.

Bu konuda yine bir Osmanlı devlet adamı Yusuf Kamil Paşa’nın yaşantısından bir örnek vermek istiyorum. Paşa, devletin ileri gelen yöneticileriyle mükellef bir yemek masasında bulunmaktadır. Masadaki buzlu çileğe Yusuf Kamil Paşa, çatalını batırır, çileği ağzına götürürken kazara masadaki tuzluğun içine düşürür. Paşa işi hiç bozuntuya vermeden tuza bulaşmış, iğrenç tadı olan çileği alıp yer. Masada bulunanlara:

“Arkadaşlar, tuzlu çilek hiç de fena değil, isteyen deneyebilir”, diye tavsiyede bulunur. Bunun üzerine birkaç kişi dener. Paşaya yağcılık olsun diye:

“Paşam gerçekten nefis oluyor. Bundan sonra çileği hep tuzlu yemek isteriz”, gibi Paşa’ya yaranma hedefi güden şeyler söylerler. Paşa, o esnada masada bulunan, yeri geldiğinde sözünü esirgemeyen Minas Efendiye:

- Arkadaşların görüşleri için sen ne dersin” Minas Efendi?

Minas Efendi kendisinden beklendiği şekilde cevap verir:

“Paşam, bu adamlar özel hayatlarında bu düşüncelerini söyleseler üzerinde durulmaya değmezdi. Fakat devlet hayatında da böyle ikiyüzlü davrandıkları için, memlekette işler bu yüzden kötüye gidiyor!” deyiverir.

Efendim! “Arife tarif” gerekmez. İnsan; “Ya olduğu gibi görünmeli, ya da göründüğü gibi olmalıdır. Kırılmalı ama asla eğilmemeli.” Şu üç günlük dünya hayatı için, menfaat, makam ve mevki için hiç yalakalık yapmaya değer mi?