ASIM CENGİZ GÜR


HİKAYELER-HİSSELER

HİKAYELER-HİSSELER


Sâdi Şirâzî İslâm âlimlerinden ve velilerdendir. 1193’de Şirâz`da doğmuş ve 1292’de orada vefat etmiştir. Abdülkadir Geylani Hazretlerinin halifesine talebelik etmiş ve onun terbiyesinde yetişmiştir. Ömrü ilim öğrenmek, öğretmek ve insanlara doğru yolu göstermekle geçmiştir.

Moğol ve Haçlılarla yapılan savaşlara katılıp cihad etti. Bir defasında Haçlılara    esir düştü. Ondört defa hacca gitti. Bütün şiirlerinde Sâdi mahlâsına rastlanmaktadır. İslâm ülkelerini gezdi. Anadolu, Mısır, Suriye, Dehli, Azarbaycan ve Belh`e uğradı.

Bu günkü notlarımızda Şeyh Sadi Şirazi’nin ‘Bostan ve Gülistan’ eserinden (Yakup Kenan Necefzade’nin çevirisiyle) nakiller yapacağız.

*

Çok iyi hatırlıyorum. Bir gece uyuyamadım. Gözüme uyku girmedi. Pervanenin, muma şu sözleri söylediğini işittim.

“Ey sevgilim! Hadi ben aşığım, yansam da yeridir. Peki ya sen neden yanıyor, niçin ağlıyorsun?”

“Ey benim biçare aşığım! Benim yanmama, ağlamama sebep nedir bilir misin? Benim tatlı balım vardı. Beni ondan ayırdılar. Şirin’im haksızlıkla elimden alindi. İste Ferhad gibi tepemden ateş çıkıyor. Gece meclisi aydınlatan ışığıma bakma. İçimi yakan ateşe bak.”

Mum, hem bu sözleri söylüyor, hem de sararmış yanağından sel gibi gözyaşı dökülüyordu. Mum, sözüne devamla pervaneye dedi ki:

“Ey pervane! Ey aşk iddiacısı! Aşk, senin için değil. Seninki bir kuru iddiadan ibaret. Sende ne sabır var, ne metanet ve tahammül. Sen azıcık bir ışık ve ateş gördün mü, hemen yanıyorsun. Ben ise tamamıyla yanıncaya kadar dikilip duruyor, dayanıyorum. Aşk ateşi senin yalnız kanadını, benim ise vücudumu, baştan aşağı yakar.”

Sadi de mum gibidir. Dışı parlaktır, ama içi yanmıştır. Artık gece bitiyor, sabah oluyordu. Peri yüzlü bir hizmetçi gelip mumu söndürdü. Zavallı mum, dumanı tepesinden çıkarken:

“Aşkın sonu budur işte” dedi ve can verdi. Aşıklığın ne demek olmak istersen anlatayım: Ölmek suretiyle yanmaktan kurtulmak...

Sevgilisi eliyle öldürülen aşığın mezarına gidip de ağlama, bilakis sevinerek şöyle de:

“Ne mutlu ona! Sevgilisinin makbulü olduğu için sevgili onu öldürmüştür.”

Aşık isen bu dertten kurtulmaya çalışma: yalnız Sadi gibi garazsız, ivazsız aşık ol. Aşık bir fedai demektir. Nasıl ki, bir fedai gayesine varmadıkça emeline erişmedikçe başına taş ve ok yağsa meydandan çekilmezse, aşık da öyledir. Ben sana denize açılma demiyorum. Açılacak olursan tufana bile katlan, diyorum.

*

Sağlığın değerini ancak felaket gören bilir.

Ayağının altındaki karıncanın halini bilmiyorsan, unutma ki filin ayağı altında sen de öylesin. Dünyalığımız yok mu, derde düşeriz; olunca gönlümüz ona takılır. Bu cihandan daha karışık bir bela yoktur; çünkü olsa da olmasa da gönül derdidir.  Asık suratlıdan bir şey isteme; onun kötü huyundan elem duyarsın. Gönlünün gamını anlatacaksan o kimseye anlat ki, yüzünü gördüğünde ferahlık duyasın.

Kendisinde insanlık olmayan kimse; filin başını yarsa da mert değildir. Adem oğlu topraktan yaratılmıştır. Toprakçasına alçakgönüllü değilse insan sayılmaz. Hayatında ekmeği yenmeyen kimsenin, adı ölümden sonra anılmaz.

Kavga ile karşılaşınca tahammül göster. Savaş kapısını tatlılık bağlar. İnat gördüğün yerde yumuşak davran. Keskin kılıç, yumuşak ipeği kesmez. Tatlı dil, okşama ve hoşluk olunca bir fili kılla çekebilirsin. Eğer bir gönül kırdınsa senin gönlün de mutlaka kırılacaktır. Kale duvarına taş atma; çünkü kaleden de taş gelebilir. İnsanlık bu maddi kalıptır sanma; insanlık keremdir, iyi olmaktır. Önce hüner gerek. Kırmızı, mavi boyalarla kemerlere de insan resmi çizebilirsin. Eğer bir erdemi, keremi yoksa, Adem oğlunun duvar nakışından ne farkı kalır? Dünyayı ele almak hüner değildir. Yapabiliyorsan bir gönül elde et.

İnsanların gizli ayıplarını ortaya atma; onları maskara edersin, kendini güvensiz. Ya nimet içinde mağrursun, gafilsin; ya da darlık içinde hastasın, yaralısın. Madem sevinçte de gamda da halin bu, bilmiyorum ki sen kendini Allah yoluna ne zaman vereceksin? İki kimse memleketin ve dinin düşmanıdırlar; merhametsiz padişah, bilgisiz zahid.

Kendini beğenmiş kişiye öğüt verenin, kendisi bir öğütçüye muhtaçtır. Daima cihan görmüşlerin düşünceleriyle iş gör. Zira koca kurt avda tecrübelidir. Sen kılıç kullanan gençlerden değil, çok bilen ihtiyarlardan kork. Filleri yıkan, aslanları esir eden gençler, ihtiyar tilkinin hilesini bilmezler. Dünya görmüş adam feleğin soğuğunu, sıcağını tattığı için akıllı olur.

Yoksulun çıplak vücudunu örtmeye çalış ki yüce Allah’ın affı da senin günahlarına perde çeksin. Garibi kapından nasipsiz çevirme. Allah bağışlasın, sen de kapılarda garip olabilirsin. Başkalarına muhtaç olmaktan korkan büyük insan, muhtaç olanlara iyilik eder. Hastaların gönlünü gözet. Mümkündür günün birinde senin gönlün de hastalanabilir. Acizlerin gönlünü sevindir ve acze düşeceğin günü hatırla. El kapılarında dilenci değilsin; bunun karşılığı olarak da kapından dilenciyi kovma.

Boynu bükük bir yetim gördüğün zaman, onun karşısında kendi evladının yüzünü öpme. Yetim ağlayınca nazını kim çeker? Öfkelenince kimler hoş görür? Aman, dikkat et de ağlamasın; yetim ağladığı zaman Arş titrer. Esirgeyerek onun gözyaşını sil; şefkatle yüzünün tozunu al. Eğer başından gölgesi gittiyse, onu kendi gölgenle besle.

Hüner sahipleri, cefa gördükleri halde muhabbet gösterirler. Aklı başında olan seçkinler alçak gönüllü olurlar. Meyve ile yüklü dal, başını yere kor.

Ey güzel huylu, akıllı okuyucu! Şunu bil ki, ben hüner sahiplerinin kusur bulmaya çalıştıklarını görmedim. Sen de benim sözlerimde bir hata görürsen; bin beyitten bir tanesi hoşuna giderse, yiğitlik hakki için beni hor görme.