İDRİS YAVUZ


İŞGAL DÖNEMİNDE KURULAN İLK MECLİS

YAVUZCA - İdris YAVUZ


Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin nasıl kurulduğunu, hangi şartlar altında milli bağımsızlığımızı elde ettiğimizi unutanlara hatırlatma adına, Osmanlıca olarak kaleme alınan ve o dönemin önemli kararlarından bazı bölümleri özet olarak sizlerle paylaşmak istiyorum. Umarım ki, bu günlerde milli birliğimizi ve beraberliğimizi sıkıntıya sokan, piyasaları, ekonomiyi alt üst eden, halkın tedirginliğini dikkate almayan tüm taraflara, ortalığı alevlendiren bazı basın yayın kuruluşlarına uyarı niteliğinde olur diye düşünüyor ve bütün bu gelişmelerden ders alınmasını diliyorum.

Mustafa Kemal Paşa işgal dönemlerinde İstanbul’dan ayrılan Milletvekillerini 23 Nisan 1336 tarihinde cumartesi günü Ankara’da gizli bir oturum için çağırmıştır. Burada ülkenin içinde bulunduğu vahim durumu görüşmüşlerdir. Mustafa Kemal Paşa burada söz alarak;

“Efendiler! Düşüncelerimi geniş bir şekilde nasıl uygulayacağımız konusunda sizlere bilgi sunmak istiyorum. İşgalin başlangıcından bu yana içten ve dıştan gösterdiğimiz çabalar bir netice vermemiştir. Bütün gayemiz Anadolu’da bulunan Milli sınırlarımız içinde çalışmak olduğunu ifade etmek isterim. Milletimizin kurtuluşu, huzur ve mutluluğu da buna bağlıdır. Turanizim politikasını kendi ordumuzla takip etmek zorundayız. Hudutlarımızın dışında dağınık bir vaziyette zayıf düşmekten kaçındık. Ecnebilerin en çok korktukları, fevkalade endişe duydukları İslam siyasetinin açıkça ifadesinden mümkün olduğu kadar uzak kalmaya gayret ettik. Fakat maddi ve manevi baskılar karşısında bütün Hıristiyan âlemi bize karşı en ağır silahlarla savaşa girmesi, hudutlarımızın dışında kalan toprakların korunmasının sıkıntıları da ortadadır. Kurtuluş için başvurduğumuz dünya İslam ülkeleridir. İslam ülkeleri bizin devletimizin istiklaliyle manevi olarak bize destek verdiklerini biliyoruz.

Düşmanların maddi kuvvetleri karşısında bir de manevi kuvvetlerinin olduğunu zaten kabul ediyoruz Bununla birlikte önce hudutlarımıza giren düşmanlarımızla temasta bulunmak zorundayız. Daha sonra da Doğu Kafkasya, Batı Trakya Müslümanlarıyla ayrı ayrı görüşmelerimiz oldu. Suriye Irak ve Arabistan halkı 1914 tarihinden önce aynı sınırlar içinde olduğumuz dönemlerde, Osmanlı devletinin bir parçası iken, bağımsız olmak istiyorlardı. Bu emellerine kavuşmak için Fransızlar ve İngilizlerle iş birliği yaptılar, onların eteklerine sarıldılar fakat umumi harp sonucunu gördükten sonra İngiliz ve Fransızların niyetleri ortaya çıktı. Onların Müslüman halka yaptığı eziyetleri görünce ne büyük bir hata yaptıklarını anladılar.

Geri dönüşü zor bir yola girdiler. Kendileri için de bir kısım halk bağımsız olmayı ve yine bir şekilde Osmanlı idaresi altında kalmayı tercih ettiler. Halifeye karşı bağlı olanlar hepimiz gibi kutsal bir görev telakki ediliyordu. Bazıları da “Bizim bağımsızlığa ihtiyacımız yoktur” dediler.

Bizim Suriye ile İslami gaye ile temaslarımız başlayınca, Emir Faysal özel elçilerini bize gönderdi. Ecnebilerin Suriye’nin esaret altında kalacağını, çıkarlarına zarar verdiğini anlamış olmalılar ki, bize yönelme ihtiyacını duydular. Bizim cevabımız; insan kaynaklarımız, umumi çıkarlarımızı hudutlarımızın dışında kullanmayı istemeyiz. Bizimle ittifak etmek isterseniz bütün İslam âleminin maddi ve manevi yardımlarını memnuniyetle karşılarız. Biz kendi sınırlarımız içinde bağımsızlığımızı sağlayacağız. Suriye’nin de bu şartlar içinde yanımızda olmasını isteriz. Federatif ya da Konfederatif bir birleşme de olabilir. Halkın isteği de bu doğrultudadır. Emir Faysal buna yanaşmak istemedi. Fransızların Suriye’yi bağımsız devlet yapmayacağını da biliyorlardı. Emir Faysal halkın isteğine karşı gelemeyeceğini anlayınca; “Ancak bizim yaşamak için paramız yok, dış baskılara dayanmamız için Türkiye bunu temin ederse biz Fransızları ülkemizden kovarız” dediler. Biz bunu samimi bulmadık. Siyaseten yapılan bu isteğe biz de siyasi olarak cevap verdik. Suriye halkı bizimle birleşmek istiyor, Emir Faysal tam tersini düşünüyordu. Oradaki bu davranış, bizi manen ve maddeten zayıflatmıştı.

a)Milli Mücadelede Irak Sınırı

Milli Mücadele döneminde Mustafa Kemal Paşa Irakla ilgili düşüncesini anlatırken;

“Irak’ta İngilizlerin yaptığı işler, Müslüman halkı fazlasıyla üzmüştür. Biz kendileriyle temasa geçmeden önce onlar bizimle görüşmeye çalıştılar. Onlar şimdi eskisi gibi bir Osmanlı ülkesi olmadıklarını anladılar. Fakat biz onlara da Suriyelilere söylediğimiz bakış noktasından farklı bir işlem yapamayacağımızı anlattık. Kendi içimizde kendi varlığımızı korumayı düşünüyoruz. Bunu temin ettikten sonra birleşmemizin mümkün olduğunu ifade ettik.

Musul bölgesinde, Bağdat’ta ve diğer birçok yörede meydana gelecek olaylarla ilgilenmemiz gerekecekti. Bu gün bizi ortadan kaldırmaya çalışan düşmanlar, Irak ve Suriye’yi bize silah olarak kullanmaktadırlar. Irak ve Suriye’de bulunan vatandaşlarımız, dindaşlarımızın kalpleri bizimle beraber çarpmaktadır. Bu insanlardan yaralanmanın yollarını ortadan kaldırmışlardı. Irak ve Suriye’de bulunan dindaşlarımızdan yeterince yararlanmak mümkün

b)Milli Mücadele Döneminde Kafkasya Cephesi

Mustafa Kemal Paşa Kafkasya Türkleri’nin durumunu açıklarken de;”Bildiğiniz gibi Kafkasya dediğimiz bölge; Kuzey Kafkasya, Çerkezistan, Gürcistan ve Ermenistan’dan meydana gelmektedir. Çerkezler başlangıcından beri fevkalade duyarlı davrandılar. Öz yurtları Kuzey Kafkasya’yı bağımsız kalmasını istediler, bunun için de yoğun bir gayret sarf etmişlerdir. Rusya’nın gayesi, Kuzey Kafkasya Türklerini dağıtmak, Çerkezleri tahrik etmek, bölgede bulunan şer kuvvetlerini destekleyerek Kuzey Kafkasya ve Dağıstan’ı resmen işgal ettikten sonra, burada bulunan halka zalimce işkenceler uygulamaktadır.

Çerkezler, büyük bir özveriyle Ruslara karşı çıkmışlar ve bizimle samimi ilişkilerde bulunmuşlardır. Kendilerinin hayatını Türkiye’nin kurtuluşuna bağlamışlardır. Oradaki dindaşlarımıza tavsiyemiz; kendi imkânlarıyla direnişlerini yapsınlar, diğer Müslüman ülkelerle birleşme yollarını arasınlar. Kafkasya’da milli direnişin ortaya çıkması, Memleketimiz ve milletimizin kurtulmasına da vesile olacaktır.

Azerbaycan, hepimizin bildiği gibi bağımsızlığını kabul ettirmiştir. Onların da bizimle birlikte aynı duyguları samimi olarak paylaştığını biliyoruz. Azerbaycan’a, yeni bağımsızlığına kavuşmasından dolayı resmi olarak temas edemiyoruz, ama kalpleri bizimle beraberdir. Onların birtakım çalışmalarından bilgimiz vardır.

Ermenilere gelince; Ermeniler bütün dünyanın üzerinde durduğu, ilgilendiği bir ülke durumundadır. Siyasi olarak nasıl çalıştıkları bilinmektedir. Erivan Ermeni Hükümeti bölge içinde Müslüman halkı imha ederken bir yandan da İngilizleri, Amerikalıları aleyhimizde tahrik etmektedir. Umumi harpte yapılmış olan olayın tekrarına dair suçlamalarla Müslüman halkımıza açıkça yapılan haksızlıkları şikâyet etmekte olduğunu gördük. Fakat oradaki Müslüman halk her taraftan korumasız kalınca kendi hayat ve namuslarını yine kendileri tarafından koruma ve müdafaada tereddüt etmediler. Bu yönüyle, başlangıçtan bugüne kadar Erivan Ermeni hükümeti ile karşılıklı savaşlar devam etmiştir ve bütün bu yapılanlar neticesinde de tabii ki dindaşlarımız fazlasıyla huzursuz olmuşlardır. Namus ve onurlarını korumak zorunda kalmışlardır.

Gürcistan hükümeti devamlı bize karşı samimi olmuştur. Özellikle, Azerbaycan’la hayırlı işlerde ittifak etmiştir. Ermeniler bu dayanışmadan rahatsız olmuştur. Bugün de aynı vaziyette bulunmaktadır. Bizim eski hududumuzla Gürcistan’ın ilgisi; Batum, Kars, Ardahan, burasını ülkemizin bir parçası olarak kabul ediyoruz ve oradaki Müslüman halka bu anlayışta bulunmaktadır. Fakat resmen bunu şimdiye kadar ifade etmiş değiliz. Halkın tamamı aynı görüştedir.

Kafkasya üzerinde bulunduğumuz için Kafkasya’dan, Rusya’dan bahsedebiliriz. Yakın zamanlara kadar Bolşevikler nereye geldiyse, daima kendi görüşlerini kabul ettirmek istediler. Ne olursa olsun bu görüşler bizim milletimizin de kendine mahsus bir takım görüşleri vardır. Milletimizin adetleri gereğince memleketimizin önemli çıkarlarını, dini geleneklerimizi ön planda tutmak, ona göre kendimize özgü kurallar koymak zorundayız.

İşte bu itibarla bizimle Bolşeviklik arasındaki ilişkiler önemli şekilde gelişmektedir. Biz hiç kimsenin, hiçbir milletin adetleri ve ahlaki özelliklerine ve milli karakterlerine bağlı değiliz. Yalnız istibdada, emperyalistlere karşı düşmanız. Avrupalılar Bolşevizm’den korkmaktadır. Bizim, Ruslarla birleşmemizden kuşku duyuyorlar. Böyle bir şeye mecbur olmaksızın, milli yapılarımız dâhilinde, sınırlı olarak, bizim bağımsızlığımız temin edilirse böyle kararlı bir maksat için, herhangi ecnebi devlet ile ihtilaflı münasebetlere bu anda girmek belki bizi pişmanlığa mecbur edebilir.

Gerçi bu milli sınırlarımız içinde arz ettiğim şartlarda varlığımızı koruyabildiğimiz takdirde başka bir şey istemek bence doğru değildir. Yalnız bir ihtimale karşı hayatımızı koruma ve varlığımız için dışarıdan kuvvet, kaynak aramak gerekirse, yine daima kendi görüş noktalarımız baki kalmak şartıyla her kaynaktan yararlanmayı uygun gördük. İşte sırf bu nokta daima Bolşeviklerin durumlarını ve kendilerinden icabında ne dereceye kadar yardım görebileceğimizi anlamaya gayret ettim.

Bu teşebbüsler neticesinde şüphe yok ki, bazı temaslar yapılmıştır. Fakat bu temaslarımız şimdiye kadar yani Bolşevikler bizimle demin izah ettiğim manen ve madden beraber olan Dağıstan’a kadar temas ettiği halde hiçbir çıkar üzerine dayanan bir şey elde edilmemiştir. Fakat böyle bir şey yapmak imkânı vardır. Eğer lüzum ve ihtiyaç hâsıl olursa yüksek heyetimiz ve meclisimiz bu hususta daha esaslı tedbirlere tevessül eder.

Hıristiyan âlemi, varlığımıza sınır çizmek istediklerini bilmekle beraber onlara karşı daima cihangirane bir vazife almak istedim. Belki azami derecede onların da bize çıkar temin edebilmesine alıştık ve bu itibarla Fransızlarla, İngilizlerle, İtalyanlarla tekrar temaslarda ve münasebetlerde bulunduk. İngilizlerle yaptığımız ilk temaslarda İngilizler milletimizin kendileri aleyhinde olduğunu ifade ettiler ve bu aleyhtarlığın yok edilmesi çalışmamızı tavsiye ettiler. Buna karşılık verdiğimiz cevapta, milletimiz İngilizlere karşı aleyhtar değildi dedik ve. Mütareke sonucu İngiliz kuvvetleri payitahtımıza girdiler.

İLK MECLİS'İN AÇILIŞI,

(Birinci Oturum)

İstanbul, İngiliz ve müttefik devletlerce işgal edilmiştir. Orada bulunan son Mebuslar, Mustafa Kemal Paşa'nın çağrısı üzerine gizlice Ankara'ya gelmişler. Cuma namazı topluca Hacıbayram Camii'nde kılındıktan sonra dualarla Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmıştır.

Toplantı salonu sağdan soldan getirilen, kırık dökük bazı malzemeler ile donatılmıştır. Meclisteki vekiller aksakallı hocalar, üniformalı genç subaylar; aşiret beyleri, kalpaklı gençler, vatan savunmasında gönül birliği yapmışlardır.

Meclis'te en yaşlı üye Sinop Milletvekili Şerif Bey, 23 Nisan 1920 Cuma günü saat 14:00'te kısa bir konuşma ile oturumu açmıştır;

''Saygıdeğer dinleyiciler!

İstanbul, yabancı güçler tarafından işgal edilmiştir. Hükümet merkezi esaret altındadır. Bu duruma baş eğmek, düşmana karşı esareti kabul etmektir. Bu yüce Meclis'in en yaşlı üyesi olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açıyorum. Kutsal saydığımız, bütün Müslümanların Halifesi ve Padişahı Altıncı Sultan Mehmet Han, yabancı boyunduruğu altındadır. Ülkenin bu beladan kurtarılması için Yüce Allah’tan yardım dilerim.''

Mustafa Kemal Paşa, 24 Nisan 1920 Cumartesi günü yapılan ikinci toplantıda, Meclis’e hitaben:

''Hilafet ve saltanat makamı işgalden kurtarıldıktan sonra, padişahımız ve Halife Efendimiz, kendisini Yüce Meclisinizin hazırlayacağı kanun ve kurallar gereğince hizmetini devam ettirir.''dedi ve ardından da Meclis’te komisyon çalışmalarına başlandı.

Birinci komisyona, Edirne Milletvekili Albay İsmet (İnönü), Konya Milletvekili Refik (Koraltan), Konya Milletvekili Abdülhalim Çelebi, ikinci komisyonda ise, Ankara Milletvekili Mustafa Kemal Paşa, Eskişehir Milletvekili Eyüp Sabri, Kayseri Milletvekili Sabit ve Kırşehir Milletvekili Hakkı Behiç Beyler, oy birliği ile seçilmişlerdir. Mustafa Kemal Paşa; ''Ben bu milletin bir memuruyum'' diyerek halkın emrinde olduğunu söylemiştir.

Komisyonların kurulması işi bittikten sonra geçici başkan Şerif Bey, ertesi sabah saat 10:00'da toplanılmak üzere oturuma son vermiştir.

İkinci Oturum ve Mustafa Kemal Paşa'nın Önergesi

24 Nisan 1920 Cumartesi günü sabah saat 10:00'da yeniden toplanan Meclis’te, Mustafa Kemal Paşa, öğleden önce ve sonra, birisi gizli, beş oturumda ayrıntılı açıklamalarda bulundu ve:

''Benim için dünyada en büyük mükâfat, milletin en ufak bir takdir ve iltifatıdır. Yüce Meclis teşkil eden değerli üyelerin görüşlerini, bütün milletin arzu ve istekleri gibi telakki ederim. Binaenaleyh, bu dakikada hissettiğim büyük mutluluğumu tarif edemem.“ dedi ve Meclis Genel Kurulu’na ayrıntılı bir önerge sundu. Bu önerge üzerine Kırşehir Milletvekili Hoca Müfit Efendi şöyle konuştu:

''Efendiler! 16 Mart 1920 tarihinden itibaren, ülkenin bütün maddi ve manevi sorumluluğunu Heyeti Temsiliye adını taşıyan kurul üstlenmiştir. Bu sorumluluk çok ağırdır. Millet bizi bunun için gönderdi.'' dedi.

24 Nisan Cumartesi öğleden sonra Meclis Başkanlık Divanı Seçimleri yapıldı ve Mustafa Kemal Paşa Türkiye Büyük Milet Meclisi'ne birinci başkan, Erzurum Milletvekili Celalettin Arif Bey de ikinci başkan seçildi. Mustafa Kemal Paşa Meclis'e şu tarihi konuşmayı yaptı:

Efendiler!

“Ülkenin bütünlüğü ve kurtuluşu için her türlü sıkıntıya katlanmak zorundayız. Yüksek Meclisinizin başkanlığına seçerek hakkımda gösterilen güvene teşekkür ve minnetimi sunarım. Bu milli birliğin bana yüklediği sorumluluk, biliyorsunuz ki pek ağırdır. İçinde yaşadığımız yükün altından, ancak meclisin ve Yüce Allah'ın yardımı ve desteği ile çıkacağız. İnşallah cihan padişahı olan Efendimiz de sağlık ve esenliğe kavuşmalı'' (Şiddetli alkışlar) .

Türkiye'nin her yanından gelen mutasarrıf (Vali), kaymakam, belediye başkanı, birçok ileri gelenleri, askeri birlik komutanların gönderdiği kutlama telgrafları Meclis kürsüsünden okunmuştur.

Halka Bildiri

Yurdun her köşesinden yükselen vatandaşların feryadına, Türkiye Büyük Millet Meclisi, ülkenin içinde bulunduğu tehlikeyi onlara anlatması gerekiyordu. Halk arasında, çok olumsuz propagandalar yapılmaktaydı. Bu nedenle Meclis ilk bildirisini yayımladı. Antalya Milletvekili Hamdullah Suphi Bey’in hazırladığı, meclisin oy birliği ile kabul ettiği bildiri şöyledir:

“Türk milletinin temsilcileri olan Büyük Millet Meclisi, milletimize olan bitenleri anlatmayı uygun gördü. İngilizler tarafından satın alınan ve insanlarımızı birbirine düşürmek amacını güden bazı hainler, sizi aldatmak için her türlü yalanı mübah saymaktadır. İzmir, Antalya, Adana, Antep, Maraş ve Urfa yöresi, düşman orduları tarafından işgal edilmiştir. Vatandaşlarımız düşmana karşı silahlanmıştır. Herkes şunu iyi bilmelidir ki, Padişah'a ve Halife'ye isyan sözü, yalan ve iftiradır. Bunlar İngiliz casuslarının planıdır. Düşman saldırısına uğramış bölgeleri savunanları, din ve vatan uğruna kan döken kardeşlerinizi arkadan size vurdurmak isteyen alçakları sakın ola ki dinlemeyin”.

Görüldüğü gibi Meclis, bu bildirisiyle halkı o hainlere karşı uyanık olmaya çağırıyordu.

İlk Bakanlar Kurulu ve Hükümet Programı

Mustafa Kemal'in hükümet kurulması önergesi 24 Nisan 1920'de kabul edildi ve 25 Nisan'da Meclis kararıyla, Fevzi Paşa ile Celalettin Arif, Bekir Sami, Hamdullah Suphi Beylerden geçici kabine kuruldu; Büyük Millet Meclisi Başkanı'nın, bu geçici kabinenin de tabii başkanı olduğu bildirildi.

İlk Bakanların Listesi şöyledir: 1) Miralay İsmet (İnönü) (Edirne): Erkânı Harbiyei Umumiye Reisi. 2) Dr. Adnan (Adıvar) (İstanbul): Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili. 3) Bekir Sami Bey (Amasya): Hariciye Vekili. 4) Fevzi (Çakmak) (Kozan): Müdafaai Milliye Vekili. 5) Yusuf Kemal (Tengirşenk) (Kastamonu): İktisat Vekili. 6) Câmi Bey (Aydın): Dahiliye Vekili. 7) Celâlettin Arif Bey (Erzurum): Adliye Vekili. 8) Mustafa Fehmi Efendi (Bursa): Şer'iye Vekili. 9) İsmail Fâzıl Paşa (Yozgat): Nafıa Vekili. 10) Hakkı Behiç Bey (Denizli): Maliye Vekili. 11) Dr. Rıza Nur Bey (Sinop): Maarif Vekili.

Milli hükümetin bu ilk kabinesi on bir bakandan kurulmuştu. Aynı zamanda Başbakan durumunda olan Meclis Başkanı ile birlikte bu sayı on iki ediyordu. Hükümet kurulmuş, Türk devleti tarihteki yerini almıştı.

İlk Hükümet Programı: Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ilk Bakanlar Kurulu toplantısında, 9 Mayıs 1920 günü, Reis Mustafa Kemal Paşa'nın başkanlığındaki birinci oturumunda okundu. Özet olarak;

DIŞ POLİTİKADA; ’Milli Misak’ olarak kabul edilen, Anadolu’nun sınırlarını koruma politikası uyarınca bağımsızlığımıza saygılı kılmaktır.

İÇ POLİTİKA; Milli birlik ve beraberliğin korunması ve genel güvenliğin kurulup yerleştirilmesidir. Dış ve iç kışkırtmalara karşı tedbir alınması,

MİLLİ SAVUNMA: Gerek dış, gerek iç politikamızın sağlıklı olarak yerine getirilmesi için askeri önlemlerin sağlam bir yoldan yürütülmesi, düzenli bir ordu kurulması.

MALİ POLİTİKADA; Milli Kurtuluş Savaşımızda ülkenin iktisadi durumunu, halkın refah ve mutluluğuna uygun, düşmanlarımızın kötü niyet ve saldırılarına karşı ülke ekonomisini güçlü hale getirmek,.

BAYINDIRLIK İŞLERİNDE; Anadolu’nun ana ulaşım yollarının yapılma zorunluluğu vardır. Köprülerin onarımı ve yapımı bitmeyen yolların bitirilmesi, Ankara-Sivas demiryolunun 'Yahşi Han' durağına kadar olan bölümün tamamlanıp işletmeye açılması,

SAĞLIK, SOSYAL YARDIM; Halkın ve ülkede bulunan sağlık kurumlarının ilaç ve sağlıkla ilgili malzemelerin derhal temin edilmesi,

MİLLİ EĞİTİM; Çocuklarımıza verilecek eğitimi, milletin özyapısına, coğrafya ve iklim şartlarına, geleneklerimize uygun ders kitapları meydana getirmek, dilimizin büyük sözlüğünü yapmak, milli tarih, milli edebiyat ve sosyal bilimlere ait kitapları yetkililere yazdırmak, eski eserlerimizi kütüğe geçirmek ve korumak, Batı'nın ve Doğu'nun bilim ve teknik alanındaki kitaplarını dilimize çevirtmek, mevcut okulları iyi yönetmektir.

ADALET; Çok az maaş alan, geçim derdi içinde olan hakim ve savcıların sıkıntılarını giderilip, sorgu ve adaleti halkın ihtiyacına göre tanzim etmektir,

İlk Vekillerin Seçim Bölgelerine Dağılması

Bunun üzerine bütün vekiller seçim bölgelerine giderek, yeni hükümetin amacını anlatmışlardır.

Meclis, 20 Mayıs 1920 Cuma günü yeniden toplanarak, gelişmeleri yeniden değerlendirmeye tabi tutmuş, bu durumu Halife Hazretlerine sunulmak üzere şu mektubu hazırlayıp, tebliğe karar vermiştir;

“İstanbul'un işgali ve bunu izleyen çok acıklı olaylar üzerine durumu inceledik ve yüce saltanatınızın haklarını ve 'Milli bağımsızlığımızı' savunmak amacıyla bu kez Ankara'da toplandık. Anadolu'nun her köşesinden gelen milletvekillerinin oybirliğiyle aldıkları bir kararla, bazı gerçekleri arz etmeyi uygun bulduk.

Sultanımız!

Bilindiği gibi sultanlık soyunuzun atası Osman Bey, tarihen sabit olan bir rüya görmüştü. Bu rüyada üç kıta üzerine gövdesini salan ve altında milyonlarca insanı barındıran kutsal ağacın artık bütün dalları kesilmiş ve ortada yalnız koca bir gövde kalmıştır. O gövde Anadolu'dur. Ve onun kökleri, bizim yüreklerimizin içindedir. Atalarımız, Rumeli'de bulunan ülkeleri alırken, ordularını Anadolu’dan çağırır ve uzak ülkeleri fetih ettikten sonra, Anadolu’daki halkı getirir ve en önemli noktalara yerleştirirlerdi. Bu insanlar, Bosna-Hersek, Mora yarım adasına, Basra Körfezi'ne kadar yayıldı. Suriye, Filistin bölgelerine iskan edildi.

Saltanatınızın onurunu korumak için, Türk halkı yüzyıllardan beri baba ocaklarından çok uzak, savaş yerlerinde can vermeyi bir borç bilmiştir. Şimdilerde Anadolu adeta boşaldı. Anadolu yıkıldı. Anadolu yanıyor.

Macaristan’dan Yemen çöllerine, Kafkas bölgesinden Basra Körfezi’ne kadar uzanan geniş araziler üzerinde bağımsızlık için Anadolu insanı sayısız şehitlikler verdi.

Hünkârımız!

Bu gün Müslüman Türk milletinin sığınağı olan Anadolu’nun belli bir bölümü kaldı. İzmir işgal edildi, o güzelim yöremiz baştanbaşa harap oldu. Türk milleti, haksızca öz yurdunda köle yapılmak isteniyor. Dünyanın gözü önünde cereyan eden bu vahşet olayı bizi derinden üzmüştür. İzmir, Adana, Maraş ve Antep illerimizde yapılan akıl almaz cinayetlerin yanı sıra İstanbul da işgali edildi. Soyundan, binlerce yıldan beri cihanı titreten güçlü sultanlar yer almıştır. Sizin şu andaki durumunuz çok vahimdir.

Kafkasya kahramanları, baba ocaklarını kendilerinden yüz kat daha güçlü düşmana karşı otuz yıl boyunca savundular. Fas, on yıldır Fransız işgalini tanımıyor ve silahını teslim etmiyor. Trablus, bir avuç insanla aynı savaş içindedir. Bugün ülkemizin ordusu silahtan arındırılmış ve halk ise zulüm ve hıyanetin karşısında tepkisini ortaya koymuştur. Türk-İslam dünyasının yıllarca bayraktarlığını yapan bu necip millet, elbette ki, özgürlüğünü, canına susamış düşmanlarına terk etmeyecektir.

Yüce efendimiz!

Milli mücadelemizi, kutsal padişahlık makamınıza karşı bir isyan gibi göstermek ve halkı aldatmak için durmadan çalışan hainler var. Onlar halkı birbirine kırdırmak ve ülkeyi düşmana peşkeş çekmek istiyorlar. Oysa vuran da vurulan da hepsi sizindir ve size aynı derecede bağlı evladınızdır. Kesinlikle düşman yurdumuzu terk edene kadar bu mücadeleye devam edeceğiz.

Yüce Allah, bizimle beraberdir. Kendi devletimizin yönetimi altında mutsuz ve yoksul yaşamak, yabancı esareti altında elde edeceğimiz huzur ve mutluluktan bin kat yeğdir.

Yüce Sultanımız!

Yüreğimiz bağlılık ve kulluk duygusuyla dolu olarak tahtınızın çevresinde her zamandan daha sıkı kenetlenmiş, toplanmış bulunuyoruz. Halife ve Padişahına bağlı olan Büyük Millet Meclisi, son söz olarak yine böyle olacağını saygı ile sunar”. (27 Nisan 1920)

Meclis kurulur kurulmaz, halkı aydınlatmak için propaganda komisyonu kurulmuştur. İzmir Milletvekili Yunus Nadi Bey, bu komisyonun başkanı seçilmişti.

Din İşleri Komisyonu İslam dünyasına seslenen bir bildiri yayımlamıştır.

Tarih 20 Haziran 1921, Büyük Millet Meclisi'nin kurulması üzerinden 14 ay geçmiş. Meclis, ikinci yılının 40. toplantısını yapıyor. İşte bu toplantıda, 'Yerli kumaş giyilmesi ait kanun tasarısı'nın görüşülmesine başlanıyor;

''Madde: 1- Büyük Millet Meclisi üyeleri ve devlet memurları, jandarma, belediye başkan ve üyeleri, genel meclis üyeleri, okulların kadın ve erkek öğretmenleri ve yatılı okul öğrencileri yerli kumaştan elbise giymek zorundadırlar.''

Şehzade Abdülmecit Efendi'den TBMM Başkanlığı'na Gönderilen Mektup: 24 Aralık 1921 Cumartesi günü Meclis'in yaptığı gizli oturumda, Başkanvekili Dr. Adnan (Adıvar) başkanlığında mektup ele alındı. Mustafa paşa kısa bir açıklama yaptı, ardından Şeref Bey (Edirne):

''Efendiler; 16 Mart 1919 tarihinde, tam altı yüz yıl Türk- İslam aleminin merkezi olan İstanbul işgal ediliyor. Sizin oradaki Mebus üyeleriniz çaresizlik içinde kıvranırken, İzmit civarında Mehmetçik, İngilizlere karşı ölüm kalım savaşı vermektedir. Burada “Sevr Antlaşması'nı uygulamaktan başka çare yoktur” diyen Efendiler bu ana kadar neredeydi?''

Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis Konuşması

''Abdülmecit Efendi'nin Anadolu'ya gelmesini önerdim. Bana verdiği cevapta “Ben burada bazı siyasal ilişkiler içinde girişimde bulundum. Bunların sonucunu bekliyorum” diyordu.

Ömer Faruk Efendi, bana bazı mektuplar yazmıştı ve kendisiyle yakından temasta bulunan bazı arkadaşlarla da haber göndermişti. Bana yazdığı mektuplarda diyor ki: “Ben oraya geliyorum, benim durumumu şimdiden gözden geçirin ve ben buradan birtakım insanları getireceğim ve benimle birlikte kalacaklardır.” diyordu. Onun amacı, halife ve padişah olmaktır. Oysa Ömer Faruk Efendi'yi buraya getirmek halife ve padişah yapmak söz konusu değildi. Belki de birçok karışıklıklara neden olacaktı.Ona; “En iyisi, görevinizi İstanbul'da yerine getirirsiniz” demiştim.

Milletvekili Dr. Refik Bey (Saydam) önergesinde;

''Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Şehzade Abdülmecit Efendi Hazretleri tarafından gönderilen mektuba yanıt vermesine gerek yoktur.” dendi ve bu önerge oya sunuldu ve reddedildi.

Vahdettin'in Bir İngiliz Zırhlısıyla İstanbul'dan ayrılması ve Şehzade Abdülmecit Efendi'nin Halife Seçilmesi: Türkiye Büyük Millet Meclisi 18 Kasım 1922 Cumartesi günkü toplantısında gizli olarak ele alındı.

Rauf Bey, 17.11.1922 tarihinde İstanbul'dan Refet Paşa'dan aldığı bir telgrafı okudu:

''Vahidüddin Efendi bu gece saraydan ayrılmıştır. İstanbul Komutanı ve polis müdürünü soruşturma yapmak ve gerekli önlemleri almak üzere saraya gönderdim. Vahidüddin kendisini İngilizlerin korumacılığında bir İngiliz savaş gemisiyle İstanbul'dan ayrılmıştır.” diyordu.

Padişah saltanatı 1 Kasım 1922'de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce kaldırılmış, Vahdettin'in üzerinde yalnız halifelik kalmıştı. Türkiye'deki İngiliz kuvvetlerinin başkomutanı General Sir Charles Harrington, Padişah'ı almaya giderek bir İngiliz savaş gemisine kadar kendisine eşlik etmiş ve Padişah gemide Akdeniz Filosu Başkomutanı Amiral Dudrook tarafından karşılanmıştır

Padişahla birlikte, başyaver Ömer Paşa, Hadaka Kumandanı Kaymakam (Yarbay) Zeki Bey, Esvapçıbaşı Küçük İbrahim Bey, Berberbaşı Mahmut Bey, Seccadecibaşı İbrahim Bey, İkinci Musahip Mazhar Ağa, Üçüncü Musahip Hayrettin Ağa, Başhekim Reşat Paşa, Vahüdiddin'in oğlu Ertuğrul Efendi gidenler arasındaydı.

Mustafa Kemal Paşa uzun bir konuşma yaparak İngilizlerin artık İstanbul'da egemen durumda olmadıklarını bilmeleri gerektiğini belirtti.

Bundan sonra da türlü görüşmeler yapıldı ve yeni halifenin seçimine geçildi. 163 milletvekilinden 148'inin Şehzade Abdülmecit Efendi'ye, ikisinin Şehzade Abdülrahim Efendi'ye, üçünün Şehzade Selim Efendi'ye oy verdiği, dokuz milletvekilinin de çekimser kaldı. Abdülmecit Efendi 148 oyla Halifeliğe seçildi (2)

İlk Meclis'in Ünlü Ve Renkli Kişileri

1) İkinci Başkan, Celalettin Arif Bey, Erzurum Milletvekili Celalettin Arif Bey,

2) İsmet (İnönü): Edirne Milletvekili Miralay İsmet Bey, Meclis'te çok az görünürdü.

3) Rauf Bey (Orbay):İngilizler onu yakalayıp Malta'ya sürgün gönderdi.

4) Fevzi (Çakmak) Paşa: Kozan milletvekili, ciddi ve babacan görüntüsü vardı.

5) Refet (Bele) Paşa: İzmir Mebusu olan Miralay Refet Bey, sevimli bir yapısı vardı.

6) Hüseyin Avni (Ulaş): Erzurum Milletvekili, Milli Mücadele kuruluşunda hizmeti büyüktür.

7) Kâzım Karabekir Paşa: Edirne Milletvekili ve Doğu Cephesi Komutanı vakarlı ve mert bir askerdi

8) Celal (Bayar), Saruhan Mebusu Mahmut Celal Bey, Meclis'in sivrilmiş üyesiydi.

9) Refik Şevket (İnce):Kurtuluş Savaş’ında, ''Efendiler asacağız, asılacağız, bu vatanı kurtaracağız.''dedi

10) Yunus Nadi Bey, İlk Meclis'in hemen göze çarpan üyelerinden biriydi.

11) Hamdullah Suphi Tanrıöver ve Dr. Rıza Nur Beyler: 1920 yılının 23 Nisanı'nda, yani başlangıçta 110 üye ile toplanan ve dönem sonunda, 1923 Ağustosu'nda ise üye sayısı - Malta tutsaklığından gelenler ve yeni seçilenlerle birlikte 300'ü geçmiştir.

12) Tunalı Hilmi Bey: Bolu Milletvekili, öz Türkçeci, kadın hakları savunucusu, tam ülkücüdür.

13) Diyab Ağa: Dersim Milletvekili, Mustafa Kemal Paşa da ona karşı çok saygılı davranırdı.

Diyab Ağa, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nda pek az söz alırdı. Ama konuştuğu zaman etkili olurdu. Yunanlıların Ankara yakınlarındaki Polatlı'ya kadar ilerlemesi üzerine Meclis Genel Kurulu'nda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Kayseri'ye taşınması söz konusu olmuş; kimi milletvekillerinin taşınmadan yana olduklarını gören Diyab Ağa kürsüye çıkarak: ''Bizler buraya Ankara'dan kaçmak için gelmedik, düşmanla savaşmak için geldik; bir yere kıpırdamayız. Meclis'in Ankara'dan ayrılması millette korku yaratır. Burada kalıyoruz ve kalacağız'' diye konuşmuş ve etkili olmuş.

14) Hoca Mehmet Salih Efendi, Erzurum Milletvekili

15) İyi konuşanlar Vekiller: Bursa Mebusu Muhittin Baha (Pars), Adliye Vekili olan Saruhan Mebusu Refik Şevket (İnce), İzmir Mebusu Mahmut Esat (Bozkurt), Saruhan Mebusu Mustafa Necati, Kastamonu Mebusu Abdülkadir Kemali, Konya Mebusu Refik (Koraltan), Erzurum Mebusu Hüseyin Avni (Ulaş)

16) İlk Meclis' in hukukçu ve Dr. hatiplerinden; Bursa Mebusu Operatör Emin, İzmir Mebusu Dr. Tevfik Rüştü (Aras), İzmit Mebusu Sırrı Bey. Malatya Mebusu Reşit Ağa, Çorum'un mebusları içinde en çok konuşanı fakat pek ciddiye alınmayanı Haşim Bey, az konuşup kendisini dinleteni de İsmet Bey (Eker) idi.

17) Fazla dikkat çeken mebuslardan Rize Mebusu Ziya Hurşit (İzmir suikastında asıldı), Hakkâri Mebusu Mazhar Müfit, Burdur Mebusu İsmail Suphi Bey, Gaziantep Mebusu Kılıç Ali Bey.

18) Kavuklu ve Külahlı mebuslardan, Konya Milletvekili Abdülhalim Çelebi Efendi, Erzincan Milletvekili Şeyh Hacı Fevzi Efendi ve Denizli Milletvekili Mazlum Baba Efendi, şal sarıklı, uzun sakallı Dersim Mebusu Diyab Ağa, İlk Meclis'te renkli kişilerdendir.

19) İlk Meclis'te sarıklı hocaların sayısı, epeyce çoktu. Bunlardan, ilk hükümetin kuruluşunda Şer'iyye Vekili seçilen nur yüzlü, bembeyaz sakallı, her zaman temiz giyimli Bursa Mebusu Fethi Efendi; kürsüde kavga eder gibi konuşan Antalya Mebusu Rasih Hoca; sonradan Şer'iyye Vekili seçilen, herkesten saygı gören Eskişehir Mebusu Abdullah Azmi Efendi; Isparta Mebusu Hafız İbrahim Efendi; çok şık giyinen ve güzel konuşan Kırşehir Mebusu Müfit Hoca; Karahisarı Şarki (Şebinkarahisar) Mebusu Ali Süruri Efendi; Konya Mebusu Mehmet Vehbi ve Musa Kâzım efendiler; Batum Mebusu Ahmet Nuri Efendi,bunlardan bazıları.

KAYNAKLAR:

1-Atatürk'ün Yazdığı Yurttaşlık Bilgileri, Bülent Tanör Kurtuluş (Türkiye 1918–1923)

2-Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk I-II Atatürk’ün Yazdığı Tarih: Söylev

3-Reşit Ülker, Atatürk’ün Bursa Nutku

4-Johannes Glasneck, Kemal Atatürk ve Çağdaş Türkiye I-II-III

 

İSTİKLAL HARBİ NASIL KAZANILDI

26-30 Ağustos 1922 tarihlerinde, beş gün gece gündüz aralıksız (Afyon-Dumlupınar) Meydan Harbi’nde, Türk milleti ölüm kalım savaşı yaptı. Burada tek yürek, tek yumruk olma gayretini gösteren Türklerin karşısında diğer düşman devletler ezilmiş, yok olup gitmişlerdir. İstiklal Savaşı, inancın zaferiydi. Göğüs göğüse vuruşarak kazanılan başarıydı.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türk milleti ateş, kan ve ölümle karşı karşıya geldi. İstila edilen yerlerde evler yakıldı. Kasaba, köy ve kentler harabeye döndü. Mabetler, minareler yıkıldı. Masum halkın kanı sel gibi akıtıldı. Bu ateş, kan ve ölüm kusan cehennemden kaçıp, gerilere doğru göç ile kurtulma doğru değildi. Anadolu yüz yıllarca geri çekilenlerin sığınma yeri iken, şimdi Türkler nereyi sığınak seçecekti. Buradan başka gidilecek yer de yoktu. Türklerin tek kurtuluş yolu, ne pahasına olursa olsun düşmanın üzerine atılmak olacaktı.

Ödemiş’te ilk kurşunun, Ayvalık’ta ilk topun düşmana atılmasından sonra yurdun her yerinde direnme başladı. Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında toplanan millet, ordu adeta balyozdan yumruk oldu.

Doğu ve Batı Cephelerinde, Adana’da, Antep’te, Urfa’da, Maraş’ta, Sakarya’da, Afyon’da, İzmir’de, geniş alanlarda savaşlar başladı. Atatürk; “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün bir vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaş kanıyla sulanmadıkça terk edilemez” emri milletin müşterek parolası oldu. Herkes (Allah bizimle) diyordu. Allah’ın yardımına inanıyordu.

26 Ağustos Afyonkarahisar önlerinde Türk bataryalarının yaylım ateşi düşmana korku ve ölüm saçarken dünyaya Türk’ün kurtuluş mücadelesini de ilan ediyordu. Dokuz gün sonra, senelerden beri hasretini çektiğimiz, güzel İzmir’imize ve adalar denizi olan sahillere inildi.

Türk ordusu, dört yandan saran ölüm çemberinden nasıl kurtuldu? Modern silahlarla, sayıca üstün düşmana karşı nasıl başarı sağlandı? Büyük zaferin yıl dönümünde bunları hatırlatmak önemli bir görev olsa gerek.

Yediden yetmişe, kadın-erkek, çoluk çocuk demeden ölüme koşma yarışı, başarıyı getirmiştir. İşte başarının sırrı burada yatmaktadır. 26 Ağustos’un , milli tarihimizde iki büyük anısı vardır. Biri (1071) Anadolu’nun ilk fethinin yıl dönümüdür. İkincisi Anadolu’nun ebedi kurtuluşunun unutulmaz tarihidir.

Sakarya Savaşı’ndan sonra kendisine Mareşallik rütbesi ve Gazilik unvanı verildiği gün. Başkumandan Mustafa Kemal Paşa orduya tebliğ ettiği beyannamede komutanlara, subaylara ayrı ayrı şöyle hitap ediyordu; “Kurtuluş için yaptığımız bu savaştan çok daha önce sizi başka savaş meydanlarında tanımış idim. Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rastlanmamıştır. Her zaferin mayası ve büyük payı sendedir. Kanaat ve inancınla, itaatinle hiçbir korkunun yıldırmadığı, demir gibi sağlam ve temiz kalbinle düşmanı ezen büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi nefsime en aziz borç bilirim. Sizin gibi komutanları, subayları, erleri olan bir millete, yad eller altında köle olmak mümkün değildir. Bu defa T.B.M.M.’nin hakkımda yeni bir rütbe ve Gazilik unvanı ile tecelli eden iltifat ve teveccühü doğrudan doğruya size yöneliktir. Milletin verdiği bu rütbe ile yükselen ordu, en şerefli ve ulu bir gaza ile şereflenen yine bu ordudur. Sizin gösterdiğiniz sonsuz fedakarlıklar pahasına kazanılan büyük zaferler, millet tarafından takdire delalet eden bu unvanı ve rütbeyi ancak size izafe ederek bütün askerlik hayatımın en büyük iftihar sermayesi olarak taşıyacağım. Yüce Tanrı, giriştiğimiz bu kurtuluş mücadelesinde şerefli silah arkadaşlarıma kendilerini temyiz eden asaletin, civanmertliğin, kahramanlığın hakkı olan kesin kurtuluşu nasip etsin” demektedir.

Keşke, günümüz siyasileri de Ata’nın tavsiyelerini tutup, önerilerine uyabilselerdi ne güzel olurdu değil mi ya?

İstiklal Harbi’ni nasıl siperlerde baba-oğul yan yana savaşarak kazandıksa, İnebolu’da kağnısına cephane yükleyen Türk kadını cepheye bir an önce yetiştirmeye gayret ettiği mermi sandıklarını yağmurdan korumak için, çocuğunun üzerindeki yorganı çekinmeden mermi sandıklarının üzerine sardı ise, düşman hedeflerine bütün millet tek vücut halinde savaştıysa, bugün de içinde bulunduğumuz zorlukları yenmek için tutacağımız yol aynı olmalıdır. Dünya devletleri arasında geri kalmışlık zincirini kırmak, çağdaş medeniyeti yakalamak bizim asli görevimiz olmalıdır. Milli varlığımızı tehlikeye sokmadan, ecdadımızın bize emanet ettiği bu güzel vatanı korumak, sosyal hayatımızda ve iktisadi gelişmedeki yerimizi alma konusunda her zamandan ziyade birlik, beraberlik, sevgi, saygı ile milletçe kanatlanarak, gecemizi gündüzümüze katarak durmadan, yorulmadan çalışmak zorundayız. Ancak böyle bir harekette, milli mücadele ruhu bizi kurtarır. Milletimiz tarihin akışında yeniden 30 Ağustos’lara kavuşacaktır. Hür, bağımsız gelişmiş bir ülkede, mutluluk içinde yaşayabilmemiz, milletçe birlikte canla başla çalışmamıza bağlıdır. 30 Ağustos 1071 ve 30 Ağustos 1922’yi başaran bu millet, nice 30 Ağustos’larda yeni başarılara imza atmaya hazırdır ve bunu bütün dünya böyle bilmelidir.