ASIM CENGİZ GÜR


İYİLİKLE EMREDERKEN

İYİLİKLE EMREDERKEN


Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de mealen :

"Siz insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Kitabı okuyup dururken, okuduğunuz halde, hiç akıl etmeyecek misiniz? Hiç akıllanmayacak mısınız? Aklınızı başınıza toplamayacak mısınız?" buyurmaktadır.

Her ne kadar bu ayet-i kerime ehl-i kitâba, yâni kendilerine daha önce, Kur`an`dan önce kitap indirilmiş kavimlere, Peygamber Efendimiz`den önce Mûsâ (a.s.) gibi, İsâ (a.s.) gibi peygamber gönderilmiş kavimlere hitap ise de hükmü herkes için geçerli, bütün mü`minler için geçerli. Bütün mü`minlerin bu hususlara dikkat etmesi lâzım!

Buyruluyor ki: "Siz insanlara iyiliği emrediyorsunuz, yapın diyorsunuz, tavsiye ediyorsunuz da kendinizi unutuyor musunuz? Başkasına emrediyorsunuz da kendinizi niçin unutuyorsunuz? Halbuki kitabı okuyorsunuz."

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Medine’ye hicret edince, Medine`deki benî İsrâil`in alimleri Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ile karşılaştılar. Tabii, Peygamber Efendimiz`in geleceğine dair Tevrat`ta âyetler var, İncil`de ayetler var. Sevgili Peygamber Efendimiz`in evsâfının ne olduğuna, hayatında nasıl mühim olaylar geçeceğine dair de, onun tanınmasına, bilinmesine vesile olacak işaretler var. Tavsifler, tasvirler var. Hattâ buna ilişkin yazılmış eserlerde Peygamber Efendimiz`le ilgili ihbarlar, haberler, uyarılar toplanmış, yazılmıştır.

Benî İsrâil`in alimleri kendilerine gelip soru sorulduğu zaman Allah`a inanmayı, müttakì olmayı, takvâ ehli olmayı tavsiye ederlermiş. Hattâ bazıları;

"Bu Muhammed hakkında nasıl davranalım? Geldi buraya, kendisinin peygamber olduğunu ifade ediyor. Allah`tan kendisine vahiy geldiğini söylüyor. Ne yapalım?" diye sordukları zaman, onlara:

"Tamam, ona tâbi olun!" diyenleri varmış.

Fakat kendileri de dinlerini değiştirip müslüman olsalar; işte halktan kendilerine gelen hediyelerden, vergilerden mahrum kalacağız diye, bu insanlara tavsiye ettikleri gerçekleri, güzel şeyleri kendileri yapmazlarmış. Onlar hakkında inmiş oluyor. Abdullah ibn-i Abbas (Allah ondan razı olsun) bu ayetin izahını şöyle tefsir ediyor:

"Peygamber geldiği zaman, ona itaat etmek hususundaki mâlûmâtı Tevrat`tan bildiğiniz halde, insanların bir peygamber geldiği zaman ona uyması gerektiğini bildiğiniz ve insanları `Aman peygambere âsî olmayın, kâfir olmayın!` diye söyleyip durduğunuz halde, şimdi siz kendiniz aynı duruma düşmüş oluyorsunuz.

Benim şu gönderdiğim ahir zaman peygamberini tasdik hususunda sizinle, sizin kavminizle yapmış olduğum ahde aykırı olarak inkâr ediyorsunuz, o ahde riayet etmiyorsunuz. Halbuki eskiden insanlara aksini söylüyordunuz, peygamberlere uyun diyordunuz. Şimdi siz benim gönderdiğim ahir zaman peygamberime uymuyorsunuz.

Ahd ü misâkı, ilâhî anlaşmayı bozuyorsunuz. Allah-u Teàlâ Hazretleri hitâb-ı itâb ile, azarlayarak böyle buyuruyor:

"Benim kitabımdan bildiğiniz şeyleri kâfir oluyorsunuz, inkâr ediyorsunuz!"

Şunu da belirtmek gerekir ki, gerçeği anlayıp da doğru hareket eden âlimler de vardı. Meselâ onların âlimlerinden Abdullah ibn-i Selâm RA... O, Rasûlüllah SAS Efendimiz`e geldi. Yahudi âlimlerindendi, ahbâr-ı yehuddan, yâni hahamlardandı:

"Evet yâ Rasûlallah, senin buyurduğun haktır. Tevrat`ta seninle ilgili ayetler var ve senin geleceğin bize bildirilmişti, biz bekliyorduk zaten" diye, müslüman olmuştu. İslam ile şereflendikten sonra :

"Bunlar kıskançlıkları dolayısıyla ve menfaatleri elden gidecek diye düşündüklerinden, evet demediler" diye çağındaki öteki ırkdaşlarının, dindaşlarının olumsuz tavırlarının izahını öyle yaptı.

Yâni inananlar da oldu, müslüman olanlar da oldu, ama müslüman olmayanlar da oldu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) gelinceye kadar:

"Bir peygamber geldi mi itaat etmek lâzım!" veyahut benî İsrâil`in peygamberleri bahis konusu olduğu zaman, halka:

"Bak, bu peygamberlere itaat edin!" diye, kendi peygamberlerine itaati tavsiye ederken; Allah yeni peygamber gönderince, ona kendileri itaat etmeme durumunda oldukları için, bu âyet-i kerimede azarlanmış oluyorlar. "İyiliği başkasına emredip de kendinizi unutuyor musunuz? Kendinizi, vaaz ettiğiniz şeyi uygulamaktan niye alıkoyuyorsunuz, uymuyorsunuz?" diye azarlanmış oluyorlar.

İyiliğin çeşitleri var. Allah`a kullukta iyilik; yâni takvâ ehli olmak, Allah`a güzel, iyi kulluk etmek. Ana babaya iyilik; yâni ana babaya güzel muamele etmek. Halka karşı iyilik, birr ü ihsan, yâni güzel muamele yapmak mânâsına ama, genişlik mânâsı var. Yâni yer yüzünün genişliği gibi, karanın genişliği gibi, geniş iyiliğe birr deniliyor.

Böyle geniş çaplı iyilik yapmayı, güzel ahlâklı olmayı, güzel işler yapmayı insanlara din âlimleri emredegelmiş tarih boyunca... Eski ümmetlerin din alimleri de emredegelmiş. Ama insanın emrettiği şeyi, herkesten önce kendisinin tutması lâzım!

Bu âyet-i kerime her ne kadar onlar için inmişse de, bizler için de bir nasihat, bizler için de bir tehdit. Biz de Kur`an-ı Kerim okuyup dururken, gerçekleri bilirken, başkalarına öğütlerde bulunurken, bunları ilk önce kendimiz tutmalıyız.

Yüce Allah (c.c.) rızasına uygun bir hayat sürer ve çevresine de nasihat ve örnek olma yoluyla nasihatte bulunur iken, nefsinin ve şeytanın ağına takılarak, iyiliklerden uzaklaşmamaya bizi muvaffak eylesin.