Prof. Dr. Ünal ÇAMDALI


KAYSERİLİ EMİN AMCA

Bilimsel ve Sistemsel Bakış - Prof. Dr. Ünal ÇAMDALI


Değerli dostlar, geçen gün bir arkadaşım, Kayserili bir amca ile ilgili bir video gönderdi. Önce, bunun Kayserinin geleneksel yaşamı ile ilgili sıradan bir video olduğunu sanmıştım. Ancak yanılmışım. Biraz izleyince, yanıldığımı hemen anladım. Zira bunun sıradan bir video olmadığı, videoda konuşan bir amcanın daha ilk konuşmasından anlaşılıyordu.

Seksen iki yaşındaki Emin amca, hayat hikâyesini anlatıyordu. Bu ses, sanki geçmişten geliyordu. Olaylara bakışı, yaklaşım biçimi ve şivesi çok tanıdıktı. Ancak bunlar günümüzde çok da yaygın olmayan hatta ender olandı.

Emin amca bir TV programında konuşuyordu. Yaşadığı olayları ve başından geçenleri anlatıyordu. Hem de bunları tüm samimiyetle ve içtenlikle ifade ediyordu. Yaşamını ve hikâyesini, tüm insanlara ve insanlığa ibret olacak şekilde ortaya koyuyordu.

Anlattığına göre Kayserinin Gömeç Köyünde dünyaya gelmişti. Dört yaşında babasını kaybetmiş ve yetim kalmıştı. Daha sonraları annesi de evlenmişti. Kız kardeşi ile birlikte, üvey babasının evine gitmişti. Üvey babasının da iki kızı varmış. Akrabaları kızlardan birini, amcaya gelin adayı yapmış. Kendisinin tabiriyle namzet etmişler. Belli bir süre sonra da evlenmişler.

Daha çocukken babası ölen, yetim kalan, annesi de evlenmek zorunda kalan Emin amca; çok erken yaşta değişik çilelerle tanışmış. Özellikle de küçük yaşta, çileli bir yaşam sürmüş. Ancak anladığım kadarıyla ümidini hiç kaybetmemiş.  Zira her zorlukta bir kolaylık da vardır, prensibi burada da geçerliymiş. Emin amcanın hanımı olan teyze de güzel bir insanmış. Bir kez olsun, ne teyze amcayı ne de amca teyzeyi fazla üzmemiş. Belki bunda, teyzenin annesini, amcanın da babasını kaybetmesi de etkendir. Ne de olsa birisi öksüz; diğeri de yetimdir. Başta çok yoksulluk da çekmişlerdir. Ancak her yoksullukta bir zenginlik vardır, denilebilir. Termodinamik yasalara göre de mutlak yoksulluk yoktur, derim. Hatta olamaz da diyebilirim. Yoksulluk olarak görünen ortamda bir zenginlik, zenginlik olarak görünen ortamda da bir yoksulluk olabilir. Asıl maharet bunu görebilmektir. Ne yokluğa fazla üzülmemek, ne de varlığa fazla sevinmemektir.

Bu prensip, doğanın en temel prensiplerinden biridir. Her yer ve mekânda geçerlidir. Zamandan da bağımsızdır. Tüm mesele bunu fark etmek ve anlamaktır. Bakan ve görebilenler için evren ve yaşam çok farklıdır. Bilindiği üzere evrende her şey, belli prensipler çerçevesinde hareket etmekte ve ömrünü tamamlamaktadır. Evren denen devasa makine de belli prensipler dâhilinde çalışmaktadır. Sistem böyle, yapı böyle işlemektedir. Bu konuda söyleyecek çok söz olsa da bunları şimdilik burada bırakıp, amcaya tekrar dönmek gerekmektedir.

Hayvancılıkla uğraşırlar. Teyze süt sağar, yoğurt yapar; Emin amca da satar. Artanı da komşulara ve olmayanlara dağıtırlar. Zaman zaman amca karşı çıkar. Ancak Teyze de ?Allah bize verdi. Zamanında bizim de fazla bir şeyimiz yoktu. Şimdi ise ineklerimiz var. Annemizin ve babamızın hayrı için ben de fazla kalanları, olmayanlara veriyorum? der. Bu anlayış, Anadolu´nun geleneksel anlayışıdır. Benim çocukluğumda ve kısmen de olsa halen Kayseri ve benzeri şehirlerde egemen, toplumsal bir anlayıştır. Az da olsa kendinde olanı zenginlik sayan ve onunla yetinen hatta ona şükür eden bir anlayıştır. Bu aynı zamanda, halkımızı bir arada tutan ve birbirine kenetleyen bakıştır. Azalsa da hâlâ devam etmektedir. Kaldı ki teyze fakirlikteki zenginliği görmüş ve kendinden daha zengin olanlara değil, kendinden daha fakir olanlara bakmıştır. Sadece bakmakla kalmamış, bakmakla yetinmemiş ayrıca onları da gözetmiştir.

Bugünlerde, toplumumuzun en büyük çıkmazlardan biri de toplumun çoğunun kendinden daha zengin olanlara bakması ve onları örnek almasıdır. Hâlbuki eskiden, yaşlılarımız maddiyat olarak hep kendinden aşağıda olanlara bakardı. Böylelikle daha çok şükür ederlerdi. Aynı zamanda fakirleri de gözetirlerdi. Bu davranış, belki de onların daha mutlu ve huzurlu olmalarının da nedeniydi?

Teyzenin bir kap sütle veya yoğurtla da olsa yardımdan geri kalmaması, bu duygunun tarihten ve kadim kültürden gelen yansımasıydı. Zaten Emin amca da adeta tarihten ve kültürden gelen gelenekleri ve erdemleri temsil ediyordu. Konuşurken hep geçmişten gelen değerlerle konuşuyor, aynı zamanda onları benimsediğini de hissettiriyordu.

Amcanın anlattığına göre çocukları evlenmiş. Hanımı da vefat etmiş. Teyze vefat etmeden önce, son iki yıl evine bile gelememiş. Kendisi de halen hasta bir evladıyla yaşıyormuş. Bu yaşına rağmen evladını, herhangi bir kuruma da vermemiş. Zira onu Allah´tan gelen bir hediye olarak kabul etmiş. Eşi öldükten sonra onun için hayat, bakıma muhtaç evladından dolayı biraz zor olsa da çocuğunun; diğer anne ve baba tanımaz kimselerden daha iyi olduğunu biliyormuş.

Bu ne biçim bir bakış açısıydı! Bu bakış açısı ile ilgili farklı pek çok yaklaşımlar ortaya konulabilir; sayfalar dolusu kitaplar da yazılabilirdi. Amca bunları nasıl öğrenmişti? Belki de doğru dürüst okula bile gitmemişti. Ancak anladığım kadarıyla, hayat üniversitesini bitirmişti. Yaşamdan elde ettiği bilgileri, kendi bakış açısından çok da iyi analiz ettiği, her halinden belliydi. Ezbere yaşamadığı da hakikatti. Gençken hayvanları olduğundan, onlara çok iyi baktığını da söyledi. Hayvanları da anlamıştı. Belki de bu anlayış, onun yaşamdaki pek çok şeyi fark etmesine vesileydi. İnsanları da anladığı muayyendi. Aynı zamanda çok samimi ve inançlı biriydi. Her hali samimiyetin ifadesiydi. Sözlerin etkisi de zaten samimiyetten gelirdi?

Emin amca günümüzde maddiyatın egemen olduğunu; pek çok kimsenin de maddiyata daha çok önem verdiğini ifade ederek; adam, anne ve baba kıymetinin bilinmediğini hatta bunun kalmadığını söylüyordu. Toplumu bu konuda, bir hikâye anlatarak uyarıyordu. Hikâyeye göre çobanın birinin sürüsünde bulunan bir koç, sağa sola sataşır. Onu, bunu boynuzlarıyla iter, kakar ve rahatsız edermiş. Günlerden bir gün oradan Hızır A.S. geçer. Koçun tavrını görür ve onun kulağına eğilerek der ki ona buna sataşma, bak ölüm var! Ondan sonra koç ne yer ne de içer... Epey de zayıflar. Sürünün sahibi, koçun durumunu fark eder; çobana sorar, bu koça ne oldu? Çoban da der ki ?Efendim, bir gün sürüleri yayarken bir adam sürülerin yanından gidiyordu, koçun yaptıklarını görünce, kulağına bir şey söyledi. O zamandan beri de koç ne yedi ne de içti?? Emin amca hikâyeyi anlattıktan sonra misalden hareket ederek; dikkatli olun, aldanmayın dünyanın malına, mülküne; zira ölüm var, dedi?

Değerli dostlar, koskoca evren, küçücük dünya ve onun içindeki mikro yaşamların hali. Her biri çok farklı ve çok değişik olaylarla dolu, sanki. Eskiler genellikle; kimin ne yaşadığını, Allah´tan başka kimse bilemez, derdi. Emin amca örneğinde de görüldüğü gibi bakan, gören, anlayan ve öğrenen için yaşam; nice dersleri ve hadiseleri barındırıyor idi. O, aynı zamanda bir öğretmendi. Acı da olsa, pek çok şeyi yaşamdan öğrendiğimiz de bir gerçekti. Hepimizin bildiği, asıl gerçek olan nihai son bizi beklerken ebediyete kadar yaşayacak gibi davranmak ve sahiplenmek çare miydi?

Faydalı şeyler yapmak, güzel eserler bırakmak varken bu hırs, bu dünyevileşme arzusu da neydi? İnsanın içinden; nedir bu çile, nedir bu hile diye sorması geliyor? Kandırılan kim, kanan kim? Bilen varsa söylesin haykırırcasına, sesi sanki kulaklarımda çınlıyor?

İçinde bulunduğumuz yeni ve farklı anlayışa karşın Emin amca geçmişten gelen bir yaklaşımla, tüm toplumu hatta insanlığı; sevgi, saygı, merhamet ve yardımlaşma noktasında uyarıyor. Umarım, buradan herkes üzerine düşen dersleri alıyor. Toplum olarak bunlara çok ihtiyacın olduğu adeta ortaya çıkıyor.

Bu duruş sadece Türk toplumuna değil, tüm dünyaya örnek bir duruş olacaktır. Zira insanlığın buna çok ihtiyacı vardır?

 

Hoşça kalın?