Sevgili Dostlarım;
Geldi – gelecek derken bakın artık gider oldu…
Ramazan´ın son on günü içine girdiğimiz şu günlerde
Çok garip bir hüzün kapladı yüreğimi…
Ramazan´ın gidişi o denli hüzün verdi ki ruhuma
Hüznümü dile getirecek doğru kelimeleri seçmekte zorlanmaktayım erenler…
Ne çabuk geldi geçti…
Ve bir baktık “Bin yıldan daha hayırlı” diye tabir edilen Kadir Gecesi´ne gelivermişiz…
Gelmişiz diyorum zira Alemlerin Efendisi Kadir Gecesi´ni ramazanın son on gününde arayınız buyurmakta …
Bir yandan ‘Kadir Gecesi´nin coşkusunu,
Hem de on bir ayın sultanına vedasının tarifsiz hüznünü sığdırıveriyoruz yüreklerimize erenler…
Öte yandan Ramazan´a veda ederken şu soru hep benliğimin bir yerlerinden seslenip durmakta yarenler…
Gelin bu hep birlikte cevap arayalım bu soruya .
Ramazan sadece nefsin susturulması mıdır?
Yaklaşık 20 gündür on bir ayın sultanı ramazan´ı eda ediyoruz ya da ramazan´da yaşıyoruz!
Bir ibadeti mi, yoksa bir geleneği mi yerine getiriyoruz?
O da ayrı bir mevzu ve tartışma konusu ama gerçek şu ki bu ayın ruhuna uygun bir atmosferi ne yazık ki oluşturamadık, yaşayamadık ve davranamadık gibi geliyor ben fakire dostlarım!
Sizce de Tefekkür ve Tezekkür´ün ellinden tutmadığı oruç ibadeti
Sadece bir beden tasarrufundan ibaret kalmaz mı ?
Aç ve susuz kalmak değildir oruç zannımca siz ne dersiniz?
Ramazan´ın başlangıcı ile birlikte bir çok tasavvuf ehlinin hayatını okumaktayım yarenler;
Onların sağaltan, düşündüren ve dünyevi bir mevsimden uhrevi iklimlere pencereler açan şiirleri
yüreğimin duvarlarına yağmur taneleri gibi düşmekte!
Ve gâh yakmakta yüreğimi ta derinden,
Gâh serin bir pınarın serinliği gibi hoş etmekte gönlümü…
Ve çöl ceylanlarının âhı vurmakta yüreğime!
Dostlarım;
Bir düşünsenize her gün ne kalpler kırıyor,
Ne canlar yakıyor,
Ne günahlar işliyoruz!
Dedikodu,
Riya,
Koğuculuk,
Başkalarının ayıp ve kusurlarını araştırıp,
Onları pervasızca cümle âleme ifşa etmek
Neredeyse en çok sevdiğimiz iş ve eylemlerden oldu!
Twitter gibi sanal ortamlarda ne baş döndürücü dedikodular orucumuza meze oluyorlar!
Dünya bir beyaz perdeden ibaretmiş meğer.
Herkes oynuyor !
Rolünü en iyi yapana “Başarılı” diyoruz…
Rol yapmayanlara bir daha hiç bir rolü vermiyoruz!
Bu riyakâr ve oynak dünyanın marifetlerini çok geç anlıyoruz.
Zira tahammül ede ede her gelen günden medet ummaktan gerçeği çok zor görür oldu kör gözlerimiz!
İşte dostlarım;
Tasavvuf ehli bizim unuttuğumuz - bigâne kaldığımız dünyaları ve iklimleri yaşayıp,
Bizden çok farklı bir algıyla gerçeklerin elinden tutup gitmişler O´na doğru.
Ve bizler umarsızlığımızın ve gafletimizin bile farkında olmadan,
Bu gürültünün ve debdebenin içinde
Aslında niçin, nasıl ve neden yaşadığımızın bile farkında değiliz.
Bu gönül elinden tarumar olan,
Yüreği kan ağlayan bir çok tasavvuf ehli hayatın gerçeğine doğru yürürken erenler,
Bizim uğraşılarımız tam tersi istikamette olmakta…
Bizler gaflet yüklü yüreklerimizle Dar-ı dünyaya bel bağlayıp
Her yeni günü sele vermekle geçiyoruz…
Alınyazımızı kendi ellerimizle düğümlemiş nefsimiz,
Biz gaflet denizlerinde kulaç atarken
Helak olmamız için ter dökmekte…
Hayat merdiveninde bir aşağı bir yukarı koşturup dururken zamanımızı boşa tükettiğimizin farkında bile değiliz!
Ölüm meleği görünene kadar bigâneyiz hayatın en gerçeğine!
Tasvvuf ehlinin hayatı ile o derya deniz dünyalarda gezinirken dostlarım
Keşke Karani yürüyüşlü bir serüven olsaydık Yemen ellerine diyor kalbim fısıltıyla.
Hep O´na yürüseydik hiç usanmadan.
Ölüm gerçeğini ne çok unutuyoruz yarenler !
Az sonra ölebileceğimizi bile bile…
Tasavvuf ehli şiirle görünürken dil hanemize,
Ruhumda bir yangın başlıyor ve kendimi birden derin bir suskunun içinde buluyorum.
Meğer sükût ikrardan gelirmiş dostlarım,
Zira susuyorum sadece kulak vermekteyim onlara en derinden…
İsterse devletin Harun´a dönsün
İsterse hazinen Karun´a dönsün
İsterse servetin Haman´a dönsün
Ahirin ölümdür ne hayaldesin!
Deyip hayatı bütün faydasızlığı ile gözle önüne serip,
Boşa çektiğimiz küreklerin bilançosunu çıkartan bu dizelerden sonra bir kez daha titreyip kendime geliyorum ve boşa geçmiş kırk sekiz yılın muhasebesine başlıyorum.
Dostlarım ;
Ahirimizin evvelimizden daha iyi olmasını hepimiz isteriz istemesine de,
Dünyevi hırs ve şehvet öylesine bizleri esir almış ki
Biz hiç ölmeyecekmişiz gibi hayata sarılmaya,
Ölümü kendimize hiç mi hiç kondurmamaya inandırmışız bir kere !
Öyle ya:
“Ölüm bize ne uzak, bize ne yakın ölüm” dizelerinin sadece uzak olan kısmıyla ilgilenir olmuş topal aklımız!
Yarenlerim;
Aklının ve ruhunun ziyasını kaybeden için Tasavvuf ehlinin düşünceleri
Tehlikelidir,
Ölümcüldür,
Gereksizdir!
Oysa her gün yayınlanan bütün kitapların içine aldığı bütün bilgileri toplasak,
Her gün ortalığı yıktığımız gündemlerimizi de eklesek üstüne dostlarım bir tek dörtlükte toplanan şu gerçeklere ulaşabilir miyiz acaba?
Ruhumuzun iftarını ne zaman yapıyoruz ?
Ramazan ayının asıl mevzusu da tam olarak bu olsa gerek!
Öyle değil mi?
Ne dersiniz erenler ?