SAMİ DAYANGAÇ


KIBRIS HAREKÂTI

GÖZLEM - Sami DAYANGAÇ


Geçtiğimiz hafta Kıbrıs Barış Harekâtı’nın yıl dönümüydü. Gündemin yoğunluğu nedeni ile harekâtla ilgili yazımızı bu hafta sunuyoruz. Bildiğiniz gibi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kalabalık bir heyetle harekâtın yıldönümü etkinliklerine katıldı. Müjde vereceğini söyleyerek çıktığı yolda, beklenildiği gibi Kuzey Kıbrıs'ın başka ülkelerce tanınması açıklaması değil, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi yapılacağını açıkladı. Bundan 47 yıl önce Kıbrıs halkının çektiği zulme ve alınan esarete son verme adına kahraman askerlerimiz Kıbrıs’a çıkarma yapmış ve esarete son vermişti. Son derece zor şartlarda yapılan çıkarma dünyada da büyük ilgi görmüş, Mehmetçiğin kahramanlığı araştırma konusu yapılmıştı.

Adaya yapılan çıkarma askerimizin elverişsiz şartlarda elde ettiği kahramanlıklar dünya kamuoyunda büyük yankı bulurken, savaş ve çıkarma gemilerimizin de kendi uçaklarımızca bombalanması, batırılması da hayretle karşılanmıştı.

Rahmetli Bülent Ecevit Başbakan, rahmetli Necmettin Erbakan Başbakan Yardımcısı ve Semih Sancar Genel Kurmay Başkanı. Dışişleri Bakanımız Sayın Güneş’in yaptığı diplomasi Avrupa ve dünya devletleri kılını kıpırtdatmayınca sözünü ettiğimiz üç vatansever Kıbrısımıza çıkarma ve soydaşlarımızı esaretten kurtarma kararı almıştı. İlk çıkan askerin komutanı rahmetli Karaoğlanoğlu albayın şehit edilmesi moralleri bozsa da azim ve kararlılığı da kamçılamıştı.

Deniz kuvvetlerimiz de var gücüyle kara savaşı veren askerimize destek vermişti. Muhrip hem koruma görevi yapıyor ve hem de çıkarma sırasında kaleden ateş edenler, nokta atışlarla susturuluyordu. Bu sırada gelen telsiz emri ile Baf açıklarına gitmeleri emredildi. Baf tarafından bir Yunan konvoyu geldiği ve onların batırılması emredilmişti. Savaş gemileri hızla görev yerine giderek Yunan konvoyunu beklemeye başladı. Ama uçakların bombardımanına uğradılar.

Ne acıdır ki bombalayanlar kendi uçaklarımızdı. Haberleşmenin yetersizliği nedeniyle uçaklara Türk savaş gemileri olduklarını bir türlü bildiremediler. Türk bayrakları ile donattıkları gemiye bomba yağdı.

Yaralanan gemiler kendi imkânları ile Mersin’e doğru zikzaklar çizerek kaçmaya çalıştılar. Kocatepe kaçamadı.

Kocatepe muhribimiz kaçamadı, isabet aldı, ölümcül isabet. Bu savaş uçaklarımızın kendi savaş gemilerimize saldırması sonrası Kocatepe sulara gömülürken 67 askerimiz şehit olmuştu. Filikalarla denize atlayan, can simitleri ile denize düşen askerlerimizi kurtarmaya giden muhrip de yine kendi uçaklarımızca saldırıya uğruyor, denizdeki askerlerimizi İsrail balıkçıları kurtarıyordu.

Bu çıkarmada 498 şehit verdik. 67 şehit kendi kendimize...

Tüm şehitlerimizin mekânları cennet olsun. Ama buna ister hata, ister yanlışlık ne derseniz deyin mutlaka bir sonucu olmalı. Yani hata kimdeyse bedelini de ödemeli. Bu hesap sorma kültürü nedense bizde yok. Mesela 27 Mayıs’ta ihtilal yapıp 3 yönetici, başbakan başta idam edildi. İlerleyen yıllarda özür dilendi, anıt mezar yapıldı, evlatları en iyi şekilde onure edildi. Peki, ihtilal yapan, onları asanlara ne yapıldı? 12 Eylül Darbesi’ni yapanlar öldükten sonra ceza aldılar, öldükleri için de uygulanmadı. Ne mal varlıklarına el konuldu ne rütbeleri alındı. İhtilali yapan başköşede ağırlandı, ihtilal yapılanlar ülkeyi yönetmeye devam ettiler.

28 Şubat’ı hatırlayalım. Başörtülülerin başından örtülerinin çekildiği, ikna odalarının kurulduğu, okuma imkânı kalmayanların okulu bırakmaları... Kime hesap soruldu? O dönemde gazete arşivlerine girip bakın, orduyu tahrik için ne manşetler atılmış. Hangisine hesap soruldu?

Suçlu ile suçlanan, suçlayan her ne ise mutlak suretle hesap sorulmalıdır ki örnek olsun. Gemiyi batıran da, gemisi batan da aynı görevlerine devam ediyor, ihtilali yapan, asan da, asılan da hesap sormuyor hesap vermiyor. Efendim Mahkeme-i Kübra var Allahımız soracak. Bu, işin manevi yönü. Hesap sorma ve hesap verme bilinci olmadan sonuç beklemek hayaldir.

Bu vesile ile bu topraklar için canını vermiş şehitlerimize rahmet, kalanlara sabır diliyoruz. Ateş düştüğü yeri yakıyor.