H. Ali YILDIRIM


KORKUNUN GÜCÜ

YENİ DÜNYA - H. Ali YILDIRIM


İnsan duygu kartelasının en çok iş yapan rengi korku gibi duruyor. Neden mi? Doğduğumuz ilk anda tanıştığımız bu duygunun, hayatımız boyunca tekil olarak insanı (psikolojik), çoğul olarak ta toplumu (sosyolojik) yönlendirdiğini görüyoruz. İlk korkumuz doğumla başlıyor, bilmediğimiz bir alana çıktığımız ve hayata tutunup tutunamama korkusu çığlık atmamıza neden oluyor. Buradaki korkumuz iki uçlu, bir ucu barınak, yani ana kucağı, diğeri de beslenme korkusu. Bunların ikisine birden sahip olmadığımız zaman duygu temelimize korku ve beraberindeki endişe hâkim oluyor. Her iki korkunun temelinin de aslında ölüm korkusu olduğu ortada. Çünkü barınak ve gıda yokluğunun nihai sonucu ölümdür, bizi korkutan asıl mesele budur. Öyleyse korkuların dip koçanı ölüm korkusudur, ya da başka bir deyişle ölüm korkusu tüm korkuların efendisidir…

Çalışmayı motive eden ise yine “aç ve açıkta kalma” korkusudur, yoksa kimse çalışıp zora gelmek istemezdi. Bu korku yaşam boyunca bize eşlik eder, belki de öyle olması gereklidir. Çünkü eğer o olmasaydı çalışacak insan bulamayabilirdik, o zaman da yaşam olmazdı. Diğer yandan, aç kalma korkusunun şeytanın vesvesesi olduğunu, doğan her kişinin rızıkla doğduğunu bilir ve inanırız, ancak bir şartı vardır o da çalışmaktır. Öyleyse şu sonuca varırız; İnsanın zorluklara katlanıp risk almasının nedeni içindeki yok olma korkusudur. Bu yüzden de korkunun güdümüne girebilmektedir. Mesela küçük bir fare bir kısım insana evini terk ettirebilirken, bazılarını da koca bir aslan rahatsız edemeyebilir. Tehdit aynı olmasına rağmen tepkiler insana göre değişebilmektedir. Bu algı ile ilgilidir ve adına “duygu kontrolü” de diyebiliriz…

Toplum mühendisleri de toplumları biçimlendirmek için yine korkuyu kullanmaktadırlar. Para, silah ve inanç üzerinden korkutarak kalabalıklara yön verebilmektedirler. Mesela II. Dünya Savaşında Japonya’ya atılan Atom Bombasının maksadı savaşı durdurmak değil, korku yaymak idi, çünkü Japonya zaten savaşı kaybetmişti, bombaya gerek yoktu. Bu bombanın yaydığı ölüm korkusu, ülkeleri bir kutba dâhil olmaya, sonrasında da sömürülmeye razı etmişti. Niye, çünkü ucunda ölüm korkusu vardı. Bu korku sayesinde de dünyaya yeni bir düzen getirilmiş ve herkes safını seçmek zorunda kalmıştı. Türkiye de o günkü şartlarda seçimini yaptı ve bir blokta yer aldı. Bu bir tür “tavşan kaç tazı tut” oyunu idi, çünkü komünizmden kaçan kapitalizme, kaçamayan komünizme köle oluyordu. Türkiye için ise Sovyet korkusunun özel bir yeri vardır. “Komünizm (Sovyetler) bizi yutacak” korkusu (“Yutmazdı” demiyorum), Türkiye’nin 50 yıl boyunca içine kapanıp, varını yoğunu Sovyet savunmasına harcamasına neden olmuştu. Burada ilginç olan, bu süreçte Batılılar refah içinde gelişirken Türkiye’nin batıyı koruma pahasına yerinde saymak zorunda kalmasıdır. Sebebi tek bir kelime ile açıklanabilir: ”Korku”…

Demek ki dünyaya yön veren egemen güçler ister parayı kullansın ister silahı, isterse küçücük bir virüsü, istismar ettikleri temel şey “yok olma korkusu” dur. Bunu yaparken de algıyı ne kadar iyi kullanırsa o kadar başarılı oluyor. Parasızlık açlıktan, silah doğrudan, barınak yokluğu donarak, virüsün varlığı ise hastalıktan ölüm korkusu aşılıyor ve insanlar kolay itaat edecek hale geliyor. Sonra da önlerine sunulan ilk sistemi hemen kabul ederek yeni düzene uyum sağlıyor. Çünkü şekli nasıl olursa olsun, ucunda yaşama umudu var ise insanoğlu sunulan çözümü hemen kabul ediyor, ikinci bir seçeneği düşünmüyor bile. Ölümü görünce sıtmaya razı oluyor…

Şu an virüsle birlikte girdiğimiz iklim de aynı, herkesi bir ölüm korkusu sardı ve insanlar sunulacak her çözümü kabullenmeye hazır. Korkmayalım demiyorum bu saflık olur, ancak sıtma konusuna dikkat çekiyorum. Korkunun ecele faydası olmadığını, ancak insana olmayacak şeyleri yaptırdığını da hatırlamak gerekiyor. Öyleyse ne yapalım? Korkulu rüya görmektense uyanık kalmak yeğdir. Kaderle barışık, panik yapmadan, talimatlara uyarak bu vebadan hep birlikte güçlü çıkmaya çalışmak yapılabilecek en iyi şeydir. Böyle yapınca devletimizin bekasını da gözetmiş oluruz. Bunun için de korkuların efendisi ölüm korkusuna teslim olup yanlış işlere imza atmamak gerekir. Bu gelecek nesillere olan borcumuzdur…