Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Medine-i Münevvere`ye hicret ettiği zaman, oranın ahalisinin bazı şenlikler ve eğlenceler yaptıklarını gördü. Bunun ne olduğunu sordu. Dediler ki:
"--Biz böyle Nevruz ve Mihrican`ı kutluyoruz, bunlar bizim bayramlarımız."
Muhtemelen İranlıların etkisiyle Nevruz kutluyorlardı. Efendimiz dedi ki:
"--Cenâb-ı Hak Teala size bunların yerine daha hayırlı iki bayram ihsân edip, bunları değiştirdi. (Yâni bunları bırakın, yerine şunları bayram edinin!)" dedi.
Bu bayramlardan bir tanesini inşaallah önümüzdeki Cumartesi günü yaşamaya başlayacağız, Kurban Bayramı dediğimiz bayram. Arapçada Iydül-Adhà diye adlandırılır. Adhà ve udhıyye kurbanlık koyun mânâsına geliyor. Yâni kurbanlıkların kesildiği, kurban edildiği bayram demek oluyor.
Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir bayramın bu Kurban Bayramı olduğunu, bir tanesinin de Ramazanın sonundaki Iydül-Fıtr olduğunu beyan buyurdu. Fıtır da iftar etmekle ilgili, artık orucu bırakıp da yemek yemek demek. Ve bunların gecelerinin gündüzlerinin çok çok çok sevaplı, hayırlı, bereketli olduğunu beyan buyurdu.
Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde buyurmuş ki:
"Kim Fıtır Bayramı gecesini, yâni Ramazan Bayramı gecesini ve Kurban Bayramı gecesini ihyha ederse..." İhyâ etmek, kalkıp namaz kılmak, zikir yapmak, Kur`an okumak sûretiyle sevaplı faaliyetlerle doldurmak, gàfil geçirmemek demek. "Kim bu iki bayramın gecesini ihyâ ederse, kalblerin öldüğü günde onun gönlü, kalbi ölmez."
Biliyorsunuz kalb iki mânâya geliyor: Bir yürek mânâsına; insanın göğsünde bulunan, kanın vücutta dolaşmasını sağlayan, tık tık atan bir cihaz, bir et parçası... Bir de bununla mânevî bakımdan alâkası olan, gönül mânâsına... Gönül de tam Arapçadaki kalbin karşılığı; tekallüb etmek, halden hale geçmek, değişmek, başka bir hale dönmek mânâsıyla tam ilgilidir.
Gönüller bazan ölür. İnsan yaşadığı halde, ayakta gezer, yer içer, çalışır, ama kalbi ölür. Yâni mâneviyâtı sıfır, mâneviyâtı zararda, mânevî yönden hasta... O zaman onun bedeninin yaşamasının kıymeti yok, çünkü mâneviyâtı ölmüştür. Allah o durumdan hepimizi korusun...
Bazan Cenâb-ı Hak Teàlâ kullarını sınamak için büyük fitneler, büyük imtihanlar, büyük olaylar takdir buyurur. Mukadderâtın cilvesi olarak, kulların imtihanı olarak o imtihanlarda, fitnelerde, musibetlerde bazı insanlar imtihanı kaybeder. Yâni dünyaya aldanır, harama sapar, eğlenceyi tercih eder, dinini unutur, ahireti için çalışmaz; Allah`tan korkmaz, haramları yer, içer, işler... Sanır ki mutlu, sanıyor ki yaşıyor. Halbuki gönlü ölmüştür, ahireti mahvolmuştur, mâneviyâtı sıfırdır... Allah saklasın!
Bu devirde, kalblerin öldüğü günün çok bariz olduğunu görüyoruz. Hakîkaten bir çoğumuzun kalbi ölmüş durumda... "Elhamdü lillâh müslümanım!" diyor, o da bir derece. Veyahut bazısı artık tamamen öldüğü için, kapkara veyahut kaskatı taşlaştığı için, müslümanım da demiyor. "İslam ne imiş?" diyor, İslâm`ı reddediyor ve müslümanların da İslâm`dan uzaklaştırılması için çalışıyor. Yâni bir de katmerli suç işliyor; hem kendisi dalâlette, hem de başkalarını dalâlete düşürmeğe çalışıyor. Allah`ın razı olduğu yegâne hak dini engellemeğe çalışıyor. İslâm`ı yeryüzünden silmeğe ahdetmiş olan islâm düşmanlarının maşası, aleti, oyuncağı oluyor. Teşkilatlarının, düzenlerinin, fitnelerinin parçası oluyor. İslâm`ın ve müslümanların aleyhine çalışıyor. İşte kalblerin öldüğü gün! Maddiyatçıların çoğu böyledir, gayrimüslimlerin çoğu böyledir. Onlar dünyalık elde etmek için insanları sömürüp, öldürüp, saldırıp, kırıp, yıkarlar. Silâh imâl edip, satımı için milletleri birbirine kırdırırlar. "Şurada petrol var, aman şurada karışıklık çıkartalım!.. Şurada uranyum var, şurada kıymetli maden var..." diye büyük devletler, süper dediğimiz çok yüksek güçlere sahip olan devletler böyle yapıyorlar. İşte Balkanlar, işte Kafkasya, işte Irak, Suriye, Mısır, işte mazlum halklar, işte yıkılan şehirler, işte ölenler, çoluk, çocuk. Buna karşılık İslâm alemi duyarsız. Maalesef petrolden kazananlar kazançlarıyla eğlence peşinde. Daha başka sebeplerle zengin olanlar dünyaya dalmışlar, ahireti unutmuşlar. Müslüman kardeşlerinin ızdıraplarını, sıkıntılarını nazar-ı dikkate almıyorlar. İmtihanı kaybediyorlar.
Bu iki bayram gecesini ihyâ edenlerin kalbi ölmez. Bu ve buna benzer zamanlarda ortaya çıkan şiddetli imtihanlarda, insanların kafalarının karıştığı, maddiyat ve mâneviyâtın tercih noktasına gelindiği, pek çok kimsenin maddiyâtı ve dünyayı tercih ettiği, ama ariflerin ahireti tercih ettiği zamanlarda, tercihini doğru yapar, kalbi ölmez ve sonunda kazanır.
Tabii bu Kurbanın gecesi, gündüzü ve bu bayramın içinde yapılan her şey çok sevaplıdır. Hudutlarda bekleyen asker kardeşlerimize müjdeli bir hadis-i şerifi hatırlatalım:
"Kim müslümanların bayramlarından bir bayramı, İslâm aleminin hudutlarından bir hudutta bekçilik yaparken, (yâni nöbet tutarken, yâni askerlik yaparken) karşılarsa, o (nöbet tutan mü’min) kazandığı sevaplar müslümanların yaşadığı bölgedeki bütün kuşların tüyleri sayısında hasenâta sahib olur."
Demek ki onlar, Allah rızası için hudutlarda müslümanları beklediklerinden, koruduklarından dolayı bu sevabı kazanıyorlar. Niyete göre ne kadar büyük sevaplar alıyor. Harb olmasa bile sırf bekçilikten bile böyle sevap alıyor.
Yüce Allah (c.c.) bizleri, hayırlısı ile bayramlara erişen ve bayramları anlamına uygun idrak edenlerden eylesin.