ASIM CENGİZ GÜR


KUTLU DOĞUMA DOĞRU (6)

KUTLU DOĞUMA DOĞRU (6)


Mekke’de, erkek çocuklarının, kırda yaşayan Arap kabilelerinden bir süt anneye verilmesi adet haline gelmişti. Böylece çocukların hem daha elverişli bir iklimde sağlıklı bir şekilde yetişmeleri hem de düzgün, pürüzsüz bir Arapça konuşmayı öğrenmeleri sağlanırdı. Mekke civarında oturan kabilelerden süt annelik yapabilecek olan kadınlar, her yıl yaz ve sonbahar mevsimlerinde Mekke`ye gelirler, yeni doğan çocukları ücretle emzirmek üzere alıp obalarına geri dönerlerdi.

O yıl Halime Hatun da, yanında kocası ve küçük oğlu olduğu halde, Beni Sa`d b. Bekir kadınlarından on kadın ile birlikte, ücretle emzirecek çocuk bulmak için Mekke`ye gelmişti.  Gerisini Halime Hatun şöyle anlatıyor :

İçinde bulunduğumuz kuraklık ve kıtlık yılında hiç bir şeyimiz kalmamıştı. Ben bir kır merkebinin üzerindeydim. Yanımızda yaşlı bir devemiz de bulunuyordu fakat bize bir damla bile süt vermiyordu. Üzerinde bulunduğum merkebin yürüyüşünün ağırlığı arkadaşların canını sıkacak dereceye varmıştı.
Nihayet Mekke`ye vardık ve emzirecek erkek çocuğu armaya başladık. Bir süre sonra, benimle birlikte Mekke’ye gelmiş olan kadınlardan, benden başka emzirecek çocuk almayan kadın kalmamıştı. İçimizde hiç bir kadın yoktu ki, O, kendisine teklif edilsin de, `yetimdir` denilince O`nu almaktan kaçınmış olmasın. Çünkü bizler, emzirilecek çocuğun babasından bahşiş almayı umuyorduk. Onun hakkında ise `yetimdir, annesi ve dedesi de bize ne verebilecek ki?` diyorduk. Abdulmuttalib ile karşılaştım:
“Sen kimsin?” dedi.

“Beni Sa`d kabilesinden bir kadınım” dedim.

“İsmin nedir ?” diye sordu. Ben de:

“Halime” dedim.

“Ne güzel! Ne güzel! Sa`d ve Hilm iki güzel özelliktir ki, dünyanın hayrı da, sonsuzluğun izzet ve şerefi de bunlardadır. Ey Halime! Benim yanımda yetim bir çocuk var. O`nu, Beni Sa`d kadınlarına teklif ettim, kabule yanaşmadılar. Onu emzirmeyi sen üzerine alır mısın? Belki Onun yüzünden saadete erersin” deyince ben:

“Bana biraz izin ver de, kocama bir danışayım.
Hemen kocamın yanına dönüp durumu ona haber verdim. Mekke`de, bu yetim çocuktan başka emzirecek çocuk yok. Ben arkadaşlarım arasında, emzirecek bir çocuk almadan geri dönmeyi istemiyorum dedim. Kocam da izin verdi. Döndüğüm zaman, Abdulmuttalib`i oturmuş, beni bekliyor halde buldum. Kendisine:

“Haydi çocuğu getir!” deyince, yüzünde sevinç belirdi ve beni hemen Amine`nin evine götürdü. Ben O`nu ancak, başkasını bulamadığım için almıştım. Eşyalarımızın yanına döndük. Kucağıma alıp Onu emzirmek istediğimde memelerimden dilediği kadar süt geldi. Hem O, hem de süt kardeşi doyasıya emdiler ve uyudular. Halbuki, bundan önce bizim çocuk, kendisiyle birlikte bizi de hiç uyutmamıştı.
Kocam kalkıp o yaşlı ve sütsüz devemizin yanına vardığı zaman, onun da memelerinin sütle dolu olduğunu gördü. Ondan içeceği kadar süt sağıp içti, kendisiyle birlikte ben de içtim. Her ikimiz de doyduk. Bambaşka, hayırlı bir gece geçirdik. Sabaha çıktığımız zaman, kocam:

“Vallahi, ey Halime! İyi bil ki, sen mübarek bir çocuk almış bulunuyorsun!” dedi. Ben de:

“Vallahi, ben de öyle olmasını umuyorum” dedim. Sirer vadisinde yol arkadaşlarımıza yetiştik. Kadınlar:

“Ey Halime ne yaptın?” dediler. Ben:

“Vallahi, hayrı ve bereketi en büyük çocuğu görüp aldım!” dedim. Onlar :

“O kucağındaki, Abdulmuttalib`in oğlu mu?“ dediler.

“Evet” diye cevap verdiğimde kadınların bir kısmının kıskandıklarını gördüm. Merkebim, öyle hızlı gidiyordu ki, hepsinin önüne geçti. Kafiledeki merkeplerin hiç biri ona yetişemediler. Nihayet arkadaşlarım bana:

“Ey Ebu Züeyb`in kızı! Yazıklar olsun sana! Biraz durup bizi beklesene! Gelirken üzerine bindiğin merkep bu değil mi?” demeye başladılar. Sonunda, Beni Sa`d yurtlarındaki evlerimize vardık. Ben, Allah`ın yarattığı yerlerden, Beni Sa`d yurdundan daha kurak bir yer olduğunu bilmiyorum. Fakat çocuğu yanımıza getirdiğimizden beri koyunlarımız, akşamları karınları tok ve memeleri sütle dolu olarak dönmeye başladılar. Halbuki, hiç kimse koyunlarını sağıp içecek süt bulamıyordu. Hatta çevremizde bulunanlar, çobanlarına:

“Yazıklar olsun size! Koyunlarımızı Ebu Züeyb`in kızının çobanı nerede yayıyorsa, sizde onunla birlikte yaysanıza!” diye çıkışmaktaydılar. İki yılı doldurduğu zaman, oldukça iri ve gösterişli bir çocuk olmuştu. Onu annesine götürdük. Ama, gördüğümüz hayır ve bereketten dolayı, yanımızda bir süre daha tutmaya çok istekli bulunuyorduk. Amine`ye:

“Oğlunu iyice büyüyünceye kadar yanımızda bıraksan iyi olur. Çünkü ben O`nun Mekke vebasına yakalanmasından korkuyorum” dedim. Bu hususta o kadar ısrar ettim ki, sonunda O’nu yanımızda bırakmaya razı oldu.

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) dört-beş yaşlarında iken bir olay meydana geldi. Kendileri ashabına bu olayı daha sonra şöyle anlatmıştır:

“Ben Sa’d b. Bekir kabilesinde emzirilip büyütüldüm. O sıralarda, süt kardeşim ile birlikte evlerimizin arkasında, kendimize ait küçük kuzuları otlatıyorduk. Üzerlerinde beyaz elbise bulunan iki adam, içi kar dolu altında bir leğen ile yanıma geldi. Beni tutup göğsümü yardılar, kalbimi çıkardılar. Onu da yardılar, içinden kara ve pıhtılaşmış bir kan pıhtısı çıkarıp attılar. Sonra kalbimi ve karnımı o kar ile iyice yıkayıp temizlediler”