ASIM CENGİZ GÜR


NASIL SABAHLADIK

NASIL SABAHLADIK


 

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlar ki:

Kim dünyaya mahzun bir halde sabahlamışsa, Rabbine kızgın bir halde sabahlamıştır. Kim kendine gelen bir musibeti şikayetle sabahlamışsa, Rabbini şikayet etmiş olur. Kim bir zengine (zenginliği sebebiyle) boğun eğmişse, dininin üçte ikisi gitmiştir. Kim Kur’an’ı okumasına rağmen cehenneme girmişse, Allah’ın ayetlerini hafife aldığı için girmiştir.”

Aslında baş ucumuzda durup da, tekrar tekrar okunması gereken mübarek bir sözdür olsa gerektir, bu hadis-i şerif.

Efendimiz (s.a.v.) “Kim dünyaya mahzun bir halde sabahlamışsa…” buyuruyor. İnsan sabahleyin kalkmış; gam, keder, hüzün yüklü mahzun bir vaziyette. Peki niçin? Dünyaya ilişkin bir sebepten, dünyaya mahzun bir vaziyette kalkmış ve üzgün. Üzüntüsü neden? Ahiretine ilişkin bir olumsuz düşüncesi, davranışı mı oldu? Yüce Allah’a kulluk vazifesinde bir eksikliği mi? Sevaplı bir işi mi kaçırdı? Sabah namazına cemaate yetişemedi mi? Hayır! Bir dünyalık iş için. Dükkanına veya evine hırsız girmiş, arabasına birisi çarpmış, borçlusu borcunu ödemedi. Çocuğu koleje/dershaneye yazdıramadı. Buna üzülüyor, dünyaya mahzun. Efendimiz (s.a.v.) buyuruyor ki: “Sanki Allah’a kızmış olarak kalkmış olur.”

Halbuki bu durumda insan :

"Bu Allah`ın kaderidir. Dur bakalım, benim bir hatam mı var? Tevbe edeyim, düzelteyim!" demesi gerekir. Acaba bu iş hangi sebepten başıma gelmiş olabilir. Hangi işimi hatalı yaptım, hangi hayırdan kaçtım diye önce kendisini muhasebe etmesini bilmeli insan. Ve ulaştığı netice kendisini imanen kemale erdirecek, salih insan olmaya yöneltecek neticeler olmalı.

Efendimiz (s.a.v.) devam ediyorlar : "Kim kendisine gelen bir musîbeti şikâyet ederek güne başlamışsa..."

"Bu başıma gelen nedir ya! Ben mahvoldum, ben perişanım” diye önüne gelene dert yanıyor, feryat figan eyliyor. Kim böyle yaparsa “”Sanki Rabbini şikâyet etmiş olur."

Hasta da öyle. Bir hastalık geldi şikâyet ediyor:

"Mahvoldum, her tarafım ağrıyor, Allah kahretsin! Böyle bir dert bana gönderilir mi?" diyor. Nice peygamberlere bile nice hastalıklar, sıkıntılar verilmiş de, sabretmişler. Ak saçlı, ak sakallı, ak entarili; ayağına taş değmeyen, hiçbir sıkıntı ve musibete uğramayan bir Allah dostu profilini biz ancak eski Türk filmlerinde görürdük. Efendimiz (s.a.v.): başa gelen sıkıntı ve musibetlerin, Allah’a yakınlık nisbetinde çok olduğunu ve karşılığında eğer sabredilir ise yüksek ecirler verileceğini haber veriyor.

Biz de musibet (zannettiğimiz şey)lere sabredeceğiz, ağzımızı tutacağız. "Sabredenlere Allah mükâfat verecek." diyeceğiz, "Şimdi imtihan sabırdan geldi." diyeceğiz. Bazen nimet verir, o zaman şükretmek lâzım. Şimdi mihnet, meşakkat, musibet verdi; şimdi de sabredip mükâfat alacak.

Hadis-i şerif devam ediyor : “Kim bir zengine boyun eğmişse, dinin üçte ikisi gitmiştir”. Kim bir zenginin yanına girdi de ona eyvallah çektiyse, dalkavukluk yaptıysa, iki büklüm olduysa; zenginin huzuruna gidip de ona böyle bir yaltaklanma durumu yaptıysa; dininin üçte ikisi elden gider. Dikkat edersek burada yerilen husus zengine zenginliği için tevazu, dalkavukluk, hürmet gösterilmesidir. Ciddî olunur, sakin olunur, hürmet, sevgi ve saygı gösterilecekse müttakî insana gösterilir. Asî insana ise ciddî durulur ve icabında nasihat edilir. "Bu zengin, bundan bana para gelecek, menfaat gelecek..." filân diye, eğer öyle dalkavukluk yapıyor, eğilip bükülüp iki kat oluyor, yerlere yatıyorsa; o zaman dininin üçte ikisi gider." Niçin? Çünkü asıl Rezzak ve zengin olan Yüce Allah’a (gizlide olsa) şirk koşmaktadır.

"Kim Kur`an okudu da, buna rağmen yine cehenneme girdiyse; Allah`ın ayetlerini alay konusu, oyuncak konusu yapmıştır da, eğlence konusu yapmıştır da, ondan girmiştir" buyurmuş Efendimiz (s.a.v.).

Bir mü’minin, bir Müslümanın Kur’an-ı Kerim’i alay konusu yapması düşünülemez Allah’ın ayetleri okunduğu zaman mü’minin göstereceği davranış :

"Rabbim böyle buyurmuş, âmennâ va saddaknâ; baş üstüne, bunu böyle yapacağım!" demek tarzında olur. Ecdadımız daha yakın benim dahi hatırlayacağım zamanlarda yerde Arapça yazılı bir kağıt bulsa bile “Allah’ın kelamı olabilir” diye öper ve ayak altına düşmeyecek bir yere kaldırırdı. Kur’an-ı Kerim’i ilk aldığında yaptığı iş öpüp başının üstüne koymak ve kat’iyyen dizinden, göbeğinden aşağıda tutmamaya özen göstermek olurdu. Çoğu kültürümüzü olduğu gibi, bu güzel davranış biçimlerini, ahlaki ve edebi nüansları maalesef kaybediyoruz.

Ayrıca Kur’an-ı Kerim’i hafife almak bu tür davranışlar yanında, onun anlamını kavramaya ve hayata uygulamaya karşı gerekli çabayı sarf etmemek de aynı kapsamda değerlendirilebilecek davranışlardır. Şu anda baskılı ve görüntülüsü ile hem Kur’an’ı Kerim’e, hem onun mealine, meal/tefsirlerine, tefsirlerine ulaşmak çok kolay. Fazla bir çaba göstermeksizin önümüze geliyor. Bunlar içerisinde sahih ve güvenilir alim ve yayınevlerinin eserlerine müracaat etmeli ve “Hayat Rehberimiz”, “Kullanım Kılavuzu’muz” olan Kur’an-ı Kerim’i anlamaya ve hayatımıza uygulamaya çalışmalı, gayret göstermeliyiz.

Bugün memnuniyetle görüyoruz ki, hem Kayseri’de hem ülkemizin hemen her köşesinde buna ilişkin sohbet halkaları, oturmalar düzenlenmektedir. Gazetemizin Cuma günkü nüshalarında da tam bir sayfa Kur’an-ı anlama faaliyetine katkı sağlamaktadır.

Yüce Allah (c.c.) Sevgili Peygamber Efendimi (s.a.v.)’in diğer sözlerini olduğu gibi bu hadis-i şerifini de gereğince anlamayı ve hayatımıza uygun davranış biçimi olarak yansıtabilmeyi hepimize nasib ve müyesser eylesin.