ASIM CENGİZ GÜR


NASIL YAŞAYALIM? (1)

NASIL YAŞAYALIM? (1)


Yüce Yaradanımız (c.c.) insanı, en güzel bir şekilde yaratmış  ve kendi ruhundan üfleyip, halife olarak yeryüzüne göndermiş, gökte ve yerde ne varsa hepsini onun emrine amade kılmış, bunun karşılığında da onu bir takım şeylerle mükellef kılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de:

“İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder?” buyurulmaktadır. İnsan’a böylece bir sorumluluğu olduğu hatırlatılmaktadır ki aslında insanın, sorumluluk bilincine sahip tek yaratık olduğu da söylenebilir. Yine Kitabımız’da:

“Şüphesiz biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar onu yüklenmek istemediler, ondan çekindiler. Onu insan yüklendi. Çünkü o çok zalimdir, çok cahildir” buyurulmaktadır.

İnsan’ın sorumluluklarının en başında kendisini Yaradan’a karşı olan sorumlulukları gelmektedir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah (c.c.) :

 “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” buyurmaktadır.

Allâh’a karşı sorumluluklarımızın yanında, kendimize ve diğer varlıklara karşı da sorumluluklarımız bulunmaktadır. Kur’an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde, insanın bu sorumluluklarına çeşitli vesilelerle işaret edilmektedir.

Ashaptan Selmân-ı Fârisi (Allah ondan razı olsun), bir gün Sevgili Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) kendisiyle kardeş yaptığı Ebu’d-Derdâ’yı (Allah ondan razı olsun) ziyarete gider. Ancak, Ebu’d-Derdâ evde yoktur ve eşi de perişan bir vaziyettedir. Selmân bu halinin sebebini sorar. O da, “kardeşinin dünyalığa bir ihtiyacı yok ki!” diye cevap verir. Bu esnada Ebu’d-Derdâ gelerek yemek hazırlar ve “ben orucum, sen buyur” diye Selman’ı sofraya davet eder. Selmân, “sen yemedikçe ben de yemeyeceğim” diye cevap verince, Ebu’d-Derdâ da sofraya gelir. Gece olunca Ebu’d-Derdâ namaz kılmak için kalkmak ister. Selmân, “uyu” der. Biraz sonra tekrar kalkmak ister, Selman tekrar “uyu” der. Gecenin sonu yaklaştığında Selman “hadi artık kalk” der ve birlikte namaz kılarlar. Daha sonra Selmân:

“Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır, kendi nefsinin üzerinde hakkı vardır, ailenin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver” der. Ebu’d-Derdâ da, Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e giderek başlarından geçeni anlatır. Sevgili Peygamberimiz de, “Selmân doğru söylemiş” buyurur .

Peygamber Efendimiz, insanın sorumluluklarına işaret ettikleri bir hadislerinde;

“İmân altmış veya yetmiş küsur şubedir; en faziletlisi ‘lâ ilâhe illallah’ (Allâh’tan başka tanrı yoktur) demek, en aşağısı da yoldan eziyet veren şeyi kaldırmaktır. Hayâ da imandan bir şubedir” buyurmuştur. Bütün bunlar göstermektedir ki, insanın, başta Allâh olmak üzere, kendisine, ailesine, komşularına ve topluma karşı sorumlulukları vardır.

Genel olarak topluma karşı vazife ve sorumluluklarımızı maddeler halinde şöyle ele alabiliriz:

Birbirimizi sevmek, saymak ve diğerlerinin haklarına saygı göstermek:

Topluma karşı sorumluluklarımızın başında, birbirimizi sevmek ve karşılıklı haklarımıza saygı göstermek gelmektedir. Sevgili Peygamberimiz, birbirimizi sevmeyi imanın gereği olarak kabul etmiş ve şöyle buyurmuştur:

“İmân etmedikçe Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de kamil bir imana sahip olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selamı yayınız” Başka bir hadisinde de bu sevginin ölçüsünü şöyle açıklamıştır:

"Müminler birbirlerini sevmede, birbirlerine acımada ve merhamette, bir vücut gibidir. Bir organ rahatsız olduğunda, diğer organlar da onunla birlikte ateşlenir, uykusuz kalırlar.” 

Sevginin göstergelerinden biri de, sevdiğimizin hakkına saygı duymak, ona zarar verecek söz ve davranışlardan uzak durmaktır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.):

“Komşusu, zararlarından emin olmayan kimse cennete giremez” buyurmuştur.

İslâm dini, fert ve toplum haklarına yönelik bütün tecavüz çeşitlerini yasaklamıştır. Bu çerçeveden olarak, kişisel çıkarlar uğruna toplum menfaatlerini çiğnemek, başarılamayacak işlere talip olmak, görevi kötüye kullanmak, rüşvet ve faiz almak, karaborsacılık yapmak, kamu veya şahıs menkul ve gayri menkullerini zimmete geçirmek, alışveriş ve ticarette hile yapmak, aldatmak, sövmek, dövmek, kalp kırmak, gıybet etmek, iftira atmak, kişilerin şahsiyetlerine ve namuslarına dil uzatmak, yalan söylemek, haksız yere baskıda bulunmak, toplum zarar veren sonuçlar veren çirkin ve yüz kızartıcı işleri yaparak kötü örnek olmak haram kılınmıştır. Bütün bunlar kul  ve kamu haklarına tecavüzdür. Âhirette bunun hesabını vermek ise çok zordur.

“Kıyamet günü bütün hak sahiplerine hakları iade edilecektir. Hatta boynuzlu koyun boynuzsuz olandan hakkını alacaktır” hadis-i şerifi bunun delilidir. Bir defasında Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), kul hakkının önemine dikkat çekmek amacıyla ashabına “Müflis kimdir?” diye sorar. Ashap, malı mülkü olmayan şeklinde cevap verince,

“Ümmetimin gerçek müflisleri şunlardır: kıyamet günü mahşer yerine namaz, oruç, zekat gibi ibadetlerinin sevabıyla gelir, fakat, dünyada şuna sövmüş, buna iftira atmış, diğerinin malını yemiş, başkasının kanını akıtmış, dövmüştür. Onun sevabından o zulmettiği kimselere verilir, borcu ödenmeden sevapları tükenir. Bu defa zulmettiklerinin günahlarından alınarak onun boynuna yüklenir ve Cehennem`e atılır” buyurur . Bu sebeple Allâh’a ve âhiret gününe inanan, kimsenin hakkına tecavüz etmez; eliyle, diliyle ve davranışlarıyla kimseyi rahatsız etmez, kimseye zarar vermez.

Müslüman uyumlu, uyum sağlanılan ve kendisinden kötülük beklenilmeyen insandır. Nitekim bir gün Hz. Peygamber oturan bir grup sahabinin yanında durarak, “Size en iyiniz ve en kötünüzü bildireyim mi?” diye sorar. Orada oturanlar susar cevap vermezler. Hz. Peygamber üç defa tekrar edince içlerinden biri, “evet ey Allâh’ın elçisi, bize en iyimizi ve en kötümüzü haber ver” der. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.):

“Sizin en iyiniz kendisinden iyilik beklenen ve kötülüğünden emin olunandır. Sizin en kötünüz de, kendisinden iyilik beklenmeyen, kötülüğünden de emin olunmayanınızdır” buyururlar.

Müslüman kendisine kötü davranıldığında dahi, din kardeşine güzellikle yaklaşır. Atalarımız, “iyiliğe karşı iyilik her kişinin, kötülüğe karşı iyilik er kişinin harcıdır” demiştir. Zira güzel ahlak; mahrum edene vermek, ilgiyi kesene alaka göstermek, zulmedeni affetmektir. Kur’an-ı Kerim’de:

“İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost oluvermiştir” buyurulmaktadır.

Yüce Allah (c.c.), kulluğumuzun ve sorumluluğumuzun bilincinde olmayı ve hayatımızı bu çerçevede düzenlemeye, yaşamaya cümlemizi muvaffak eylesin.