ASIM CENGİZ GÜR


SEVGİ ve YARDIMLAŞMA


Kıymetli Okuyucularımız!
Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
?Bir mü´minin kardeşine şevk ile sevgi ile bakışı, şu benim mescidimde bir sene i´tikaf etmesinden daha hayırlıdır? buyurmuşlar.
İ´tikâf bildiğiniz gibi, bir mescidde, ibadet etmek maksadıyla belli bir zaman kalmağa niyet etmeye ve kalmaya denir. Yine bildiğiniz gibi, sünnet olan i´tikâf Ramazan ayındadır. Bazı ibadete düşkün, sevap kazanmak isteyen, durumu müsâid olan müslümanlar gelirler, on gün mescidde kalırlar. Eve gitmek yok, geceleyin de mescidde kalırlar, ibadet ederler. Ramazan´ın son on gününde böyle i´tikâf etmeye Peygamber Efendimiz de riâyet etmiş. Peygamber Efendimiz´in sünnetidir, hem de kuvvetli bir sünnettir. Buna sünnet-i kifaye deniliyor. Yani bir beldede hiç kimse, o beldenin mescidinde böyle itikâf etmezse, bütün belde ahâlisi, "Niçin bu sünneti yerine getirmediniz?" diye sorumlu olur ama, bazıları yapınca; "Eh bu beldeden de, bu sünneti yapanlar oldu." diye ötekilerinden sorumluluk kalkar. Cenaze namazının kılınması gibi.
İ´tikâf çok sevap, çünkü artık evini de bırakıyor insan, eşini de bırakıyor, dünya işlerini bir tarafa bırakıyor ve bütün gününü yirmidört saatini mescidde ibadetle geçiriyor. Tabii belli, münâsib zamanlarda istirahat etme hakkı var. Bu çok sevaplı, herhangi bir mescidde de sevaplı, cuma namazı kılınan bir mescidde daha sevaplı.
Bu sevaplı güzel ibadetin Peygamber Efendimiz´in mescidinde olmasını düşünürsek. Peygamber Efendimiz´in mescidinde olunca namazlar bin misli sevaplı ise, her halde i´tikâflar da bin misli sevaplı olur. Peki i´tikâf ne kadardı? Sünnet olan Ramazan´ın son on gününde, on günlük veya dokuz günlüktü; Ramazan´ın yirmi dokuz veya otuz çekmesine göre. Ama Peygamber Efendimiz yukarıdaki hadisi şerifte buyuruyor ki "Bir sene itikâf etmesinden..." Yani bu müjdeye göre hesaplarsak 35-40 defa Ramazan İtikafı yapmak gibi bir sevaba erişilmiş olunuyor, bir kardeşinin yüzüne şevk ile sevgi ile her bakıldığında. Buradan şunu da anlıyoruz ki, müslümanın müslümanı sevmesi ne kadar sevap!.
Bunun karşılığında başka hadis-i şerifler hatırlarımıza gelecektir: Kâbe-i Müşerrefe´nin ne kadar kıymetli, sevaplı, mukaddes, muazzam, heybetli olduğu belli; ama bir müslümanın kalbini kırmak, Kâbe´yi yıkmaktan daha günah, daha tehlikeli! Onun için gönül yıkmamağa çalışmak lâzım, müslümanın müslümanı sevmesi lâzım!
Buradan şu çok mühim noktaya ulaşıyoruz: Dinimizde müslümanın müslümanı sevmesi bir ibadettir, çok sevaplı ibadettir, çok kıymetlidir. Müslümanların birbirlerini böylece dinî duygularla, bu kadar candan sevmesi lâzım! Yâni ben müslümanım, Türkiye´de bulunuyorum, ama Bosna´daki kardeşimi de aynı muhabbetle severim, Özbekistan´daki, Kazakistan´daki kardeşlerimi de severim, İsveç´teki, Amerika´daki, Afrika´daki, Pakistan´daki, Malezya´daki, Avusturalya´daki kardeşimi de, Suriye´deki Irak´taki, Mısır´daki Tunus´taki kardeşimi de aynı muhabbetle severim. Çünkü Allah´a inanmışız, Allah´ın birliğini kabul etmişiz, tevhid akidesine bağlıyız, "Lâ ilâhe illallah" diyoruz, Peygamber SAS Efendimiz´e bağlıyız, bağlılığımızı ifâde ediyoruz.
Hem Aziz Kitabımızda hem Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)´in hadisi şeriflerinden hatırlayalım: ?Mü´minler ancak kardeştirler!?. Bütün müslümanlar kardeş oldukları için, kardeşâne birbirlerimizi sevmemiz lâzım.
Tabii, sevme bir kuru ifâdeden ibâret değildir. Seven insan sevdiği için her şeyi yapar, her iyiliği yapar, her ikrâmı yapar, her fedâkârlığı yapar, her yardımı yapar. Onun için hepimizin bu kardeşlerimize yardım etmemiz lâzım! Yâni dünyanın neresinden olursa olsun, zengin olsun, fakir olsun, zenci olsun, beyaz olsun, sarı olsun, çekik gözlü, yuvarlak yüzlü olsun, mavi gözlü olsun; bütün müslümanların düşünülmesi lâzım, yardımına koşulması lâzım!.. Somali´deyse, Somali´ye yardım gitmeli, Kongo´daysa Kongo´ya yardım gitmeli, Suriye´deyse Suriye´ye, Mısır´daysa Mısır´a, Sudan´daysa Sudan´a yardım gitmeli, müslümanlar birbirleriyle ilgilenmeli, kalpten kalbe yollar döşenmelidir. Sevginin tabii sonucu yardımlaşmadır, yardımına koşmaktır, dar zamanında imdâdına yetişmektir.
Sevaplıdır diye türlü işler ve ameller, ziyaretler yapıyor ve meşakkatlere giriyoruz. Niçin? Sevap hanemize bir şeyler daha fazladan yazdıralım diye. Böyle yapmanın yanı sıra hepimizin maddî menfaati kadar manevî menfaatini de düşünmesi ve diğer Müslüman kardeşlerimizle ilgi ve alaka kurup, sürdürüp, yardımlaşıp, sevgimizi arttırması lazımdır.
Son devrin mürşid ve önderlerinden Mahmud Es´ad COŞAN (Rh.A.) hocaefendi nakletmişlerdi. Bir ziyarette Boşnak kardeşlerimiz demişler ki: ?Savaş varken Müslüman kardeşlerimiz bizimle ilgileniyorlardı. Allah hepsinden razı olsun. Ama savaş bitti, bize gösterdikleri ilgi de bitti?.
Bu yanlışlığa da düşmemeli ve müslümanlara her yerde, her zaman yardımcı olma gayretini göstermeliyiz. Hiç bir yerdeki müslüman yardımsız kalmamalı, imdadına yetişilmelidir. Bu fert fert, hepimizin vazifesidir. Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.):
"Müslümanların işiyle dertlenmeyen, uğraşmayan onlardan değildir. Sabahleyin sabahladığında, akşamleyin akşamladığında Allah´a karşı samîmî duygularla kulluk bağlarıyla bağlı olmayan, Rasûlüne karşı çok içten duygularla, saygılı, irtibatlı olmayan; Kur´an-ı Kerim karşısında ona sevgi duyup, ona içten, içindeki ahkâma candan bağlı olmayan; müslümanların imâmına, önderine ve bütün müslümanların topluluğuna, toplumuna karşı samîmî olmayan onlardan değildir" buyurmuşlar.
Yüce Allah (c.c.), samimi duygularla birbirimizi sevebilmeyi ve bunun bereketi ile dünyada ve ahirette, saadet ve selamette olabilmeyi, yüksek ecirlere erebilmeyi bize nasib ve müyesser eylesin.
Bir güzel söz:
?Bir şey yapmak isteyen insan, bir yolunu bulur.
Bir şey yapmak istemeyen insan, bir mazeretini bulur.?