ASIM CENGİZ GÜR


TAKDİRE RIZA GÖSTERMEK

TAKDİRE RIZA GÖSTERMEK


(Allah O’ndan razı olsun) Umran ibn-i Husayn isimli bir sahabi rivayet ettiğine göre Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlar ki:

"Üç şey kul tarafından yapıldığı takdirde o kul dünyanın ve ahiretin her türlü mükâfatına nâil olur. Dünyada da ahirette de büyük mükâfatlara erer. Maddî, manevî çok büyük kazançlar sağlar." Bunlar nelerdir:

1. “Belâya sabretmek.

2. Allah`ın mukadderâtı olarak alnına yazmış olduğu yazıya, başına gelen olaylara (kazaya) rıza göstermek, isyan etmemek, Allah`a karşı gelmemek, itiraz etmemek.

3. İhtiyacı olmadığı, sıhhatli olduğu, keyfi yerinde olduğu genişlik zamanında da Allah`ı unutmayıp dua etmek.”

Bu üç şeyle insan dünyanın ve ahiretin büyük mükâfatlarına ereceğini sevgili efendimiz (s.a.v.) müjdeliyor demiş ve belaya sabretmek hususunu dünkü yazımızda aktarmıştır.

Bu hadis-i şeriflerinde ikinci olarak: "Allah`ın takdirâtına, mukadderâtına rıza göstermek" buyurmuşlar Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.).Biliyoruz ki, olayları Allah levh-i mahfuza yazıyor, mukadderat oluyor. İnsanın ömrü belli, ne kadar yaşayacağı ezelden mâlum. Rızkının ne miktar olduğu belli, her şey mâlum. Allah bunu en ince teferruatına kadar biliyor.

Kaza dediğimiz iki arabanın çarpışması değil; kazay-ı ilâhî, Allah`ın hükmü demek. Allah`ın hükmüne rıza göstermesi, "Tamam yâ Rabbi! Neylersen hoştur, kabulümdür." demesi lâzım insanın.

Eski zamanda böyle bir iyi derviş, olgun bir kimse, evliya yolunun yolcusu iyi bir insan, bir şehre gitmiş. Şehrin kale kapısından içeri girince muhafızlar bakmışlar, bunu gözleri tutmamış. Tipsiz bulmuşlar. Zaten derviş adam, yâni fukara. Övünmüyor, giyinmiyor, fiyaka yapmıyor, saltanat şeyi yok. Zaten yoldan gelmiş, tozlu topraklı. Zaten dünyaya metelik vermiyor. Parası pulu yok ama alim, arif, kalbi zengin, duyguları güzel, evliya filân ayrı ama dış görünüşü itibariyle hırpanî bir insan.

"Gel buraya!" demişler. Yakalamışlar, sorgulamışlar, şüphelenmişler: "Sen galiba, bizim düşmanımız falâncanın casususun!” demişler.

Adam da savunamamış kendisini veya ikna edememiş karşı tarafı... Komutan demiş ki:

"Kesin bunun kafasını, olsun bitsin! Mâdem casus kesin bunun kafasını!"

Adamı kesmeye cellâda götürürken, adam diyor ki kendi kendine; kendisiyle konuşuyor, yâni nefsiyle, egosuyla, kendi içiyle konuşuyor, diyor ki:

"Sen kitaplarda böyle okuduğun zaman, kaza ve hükm-ü ilâhiye razı olmayı söylüyordun, konuşuyordun, kabul ediyordun. Allah’a bağlıyım diyordun, Allah’ı seviyorum diyordun. Şimdi bak Allah sana böyle bir olay hükmetmiş, başına böyle bir olay geldi, haksız yere yakalandın. Biraz sonra da cellât bir balta vuracak, kafan gövdenden ayrılacak. Buna da mı razısın?"

Şeytan içinden isyan etsin de, kâfir olarak ölsün diye körüklüyor. O da demiş ki içinden gelen bu sese karşı:

"Ne yapalım? Herkesin bir ömrü var, benim ömrüm de bu kadarmış. Allah böyle hükmetmiş. E mazlum olarak ölmek de, fena bir şey değil. Zâlim olarak ölseydim daha fenâ olacaktı. Hiç olmazsa haksız yere mazlum olarak ölüyorum." demiş.

Teslim. Kazaya rıza gösteriyor ve hükm-ü ilâhiye teslim oluyor. Ne yapalım? Kader böyleymiş.

Tam cellâdın yanına kadar gidiyorlar. Birisi bağırıyor, diyor ki:

"Hey durun, yanlışlık oluyor. O adam suçsuz!"

Kesilmiyor kafası ve kurtuluyor. Daha sonra bu olayı anlatırken diyor ki:

"Vallàhi ölümden halâsıma değil, ölüme giderken ki ihlâsıma seviniyorum!" Yâni, "Vallàhi ölümden kurtulduğuma sevinmiyorum; ölüme giderken imtihan oldum ya, bak öleceksin filân dedi şeytan ama, ölürsen öleyim dedim ya, vallàhi o ihlâsıma seviniyorum!" diyor.

İşte kadere rıza budur. Aslında Tasavvuf dediğimiz güzel ahlak yolunun en yüksek seviyelerinden birisi kadere rızadır. Allah`ın hükmüne rıza gösterir. Erzurumlu İbrahim Hakkı (Rahmetullahi Aleyh) Hazretleri ne güzel söylemiş :

Hoştur bana senden gelen,
Ya gonca gül, yahut diken
Ya hayattır yahut kefen,
Nârın da hoş, nurun da hoş,
Kahrın da hoş, lütfun da hoş.

Kadere boyun eğen, rıza gösterenler : gonca gül de gelse "Eyvallah" der; diken de gelse, eline de batsa: "Ne yapalım, Alah`ın kaderi!" der. Padişahtan hil`at da gelse, sırmalı kaftan da gelse, kefen de gelse; hepsi hoş. Bir zaman gelecek hepimiz öleceğiz, çırpınmanın faydası yok! Bu dünyada kalan yok; herkes gelip, konup göçüyor.

Güzel ahlak yolunun yolcuları, tasavvufta en yüksek makamın Aşkullah/Muhabbetullah; Allah aşkı, Allah’ı sevmek olduğunu söylerler. Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın, Mevlâna’nın, Hacı Bektaş-ı Veli, Hacı Bayram-ı Veli’nin, Koca Yörük Yunus Emre’nin (Allah hepsinin şefaatlerine erdirsin), onların sevdiği gibi sevebilmek Yüce Yaradanımızı. Allah’a aşık olmak, Allah aşkıyla yanıp tutuşmak. Bu şunun için de lüzumludur ki, sevgimiz, aşkımız ne kadar büyükse, rıza ve teslimiyetimiz de o kadar kuvvetlidir. İnsan sevdiğinin her şeyine razı olur.

Evet kıymetli okuyucularımız. Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bu hadis-i şeriflerinde sabırlı olmamızı ve kazaya (Allah’ın takdirlerine) rıza göstermemizi böylece dünyanın ve ahiretin her türlü mükafatlarına nail olacağımızı bildirdiler.

Yüce Allah (c.c.) dünyada kendisini ve elçisini sevenlerle; ahirette de sevgili Peygamber Efendimiz ve kendilerini seven has kullarla birlikte olmayı hepimize nasib ve müyesser eylesin.