ASIM CENGİZ GÜR


TOPLU YAŞAM

TOPLU YAŞAM


Yüce Allah (c.c.) insanı, yaratılmışların en şereflisi ve kendisinin yeryüzündeki halifesi olarak yaratmıştır ve insanın fıtrası yalnız başına, herkesten uzak bir yaşam sürmek yerine, birlikte yaşamak ve toplumsal hayatı paylaşmak üzerinedir. Yani, insan sosyal bir varlıktır. Fıtratı, hemen bir sosyal grup, topluluk oluşturmak üzere çalışmaya sevk eder kendisini.

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bir insanın diğer insanlardan uzak inzivai bir hayat sürmesinden, toplum içinde yer alarak toplumun sıkıntılarına katlanmasının daha hayırlı olduğu ifade buyurmuşlardır. Hatta insanın en büyük vasıflarından birisinin de ‘sosyalleşme’ye olan meyli olduğunu belirtmişlerdir. Bir hadis-i şeriflerinde :

“İnsanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası olandır” buyurarak, insanların bu güzel vasıflarına işaret etmişlerdir.

Hazreti Hatice annemizin, Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ilk vahyin ve Cebrail ile karşılaşmanın ürpertisi ile geldiğinde onu teskin etmek ve gelenin kötü bir varlık olamayacağını açıklamak üzere söylediği şeyleri tekrar hatırlayalım :

“Vallahi, Allah seni hiçbir zaman utandırmaz, üzüntüye düşürmez. Çünkü, sen akrabanı görür gözetirsin! İşini görmekten aciz olanların yükünü taşırsın! Yoksula verir, hiç kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın! Misafiri ağırlarsın! Hak yolunda karşılaştıkları musibet ve felaket hadiselerinde, halka yardımcı olursun! Sözü doğru söylersin! Emaneti yerine getirirsin! Ve güzel huylusun da!”

Kur’an-ı Kerim’de bize “en güzel örnek” olarak sunulan Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) için Hazreti Hatice annemizin söylediği bu söz, Efendimiz (s.a.v.)’in sosyal bir hayatın ve fayda almaya yönelik faaliyetlerin içinde olduğunun göstergesidir. Yukarıda da aktardığımız gibi Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), mü’minlerin inzivai bir hayat sürmesini istemez. Belki daha doğru bir tabirle, tüm hayatı boyunca münzevi bir hayat sürmesini istemez. Belki ruhi, kalbi melekelerin gelişmesi için hayatın belli bir döneminde insanlardan uzak kalmak bir terbiye metodu olarak kabul edilebilir. Ancak bunun amacı, Yüce Allah’ın rızasına uygun bir hayat sürmeye, kalbi elverişli hale getirmek içindir. Güzel ahlak yolunun önderleri tarafından kendilerince uygulanan ve bağlılarına tavsiye edilen bu süreler onar, otuzar, kırkar günlük dönemlerle, itikaf, halvet ve çileler şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) de, vahiy gelmeden önce Hıra’da zaman zaman inzivaya çekilirdi ve ilk vahyi de orada, inziva halinde iken almıştı. Hazreti Hatice annemizin, telaşla gelen Efendimiz (s.a.v.)’e sen inzivaya çekilirsin, çokça ibadet edersin demeyip de, O’nun sosyal hayatına ilişkin örnekler vermesi de dikkat çekicidir.

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in içinde yaşadığı toplum, farklı ve yanlış inançlara sahip olsa da, onun bu hayra yönelik sosyal faaliyetleri ve yaşam biçimi sebebiyle O’na “El-Emin” güvenilir kişi demişlerdir. Hatta kavmi, onu sosyal hayat içinde böyle değerlendirirken, inzivaya çekilmesi sebebiyle de “Rabbine aşık oldu” demişlerdir.

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), henüz peygamberlik ile vazifelendirilmeden önce de bulunduğu zaman ve toplumda saygın bir yeri olan bir sosyal organizasyonda “Hılfu’l-Fudul” (Erdemliler Topluluğu”na üye idi. Bu topluluk, toplumda meydana gelen haksızlıklar, adaletsizlikler karşısında tavır alabilen ve yaptırım otoritesine sahip, zayıf ta olsa haklının yanında yer alabilen bir topluluktu ki, İslamiyet hakim olduğunda bile Efendimiz (s.a.v.), “öyle bir topluluğa yine davet edilsem, iştirak ederdim” buyurmuşlardır.

Mekke’deki zulüm sebebiyle hicret ettikleri Medine’de ilk gerçekleştirdikleri faaliyetlerden birisi de Mekke’li Muhacirler ile Medine’li Ensar arasında bir kardeşlik düzeni kurmuş olması ve toplumsal yardımlaşma, dayanışmayı sağlamış olmasıdır.

İslamiyetin hakim olduğu dönemde bir de “Darü’l-Erkam” vardır. Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ashabı ile bir araya geldiği, ilmi bir platform olmasının yanında dostluk ve kardeşlik bağlarının arttırılmasına yönelik çabaların da olduğu bir topluluktu.

Hangi ülkede ve toplumda olursa olsun, ferd ferd yapılan kişisel faaliyet ve çabalardan çok olumlu ve verimli neticeler alınması beklenilemez. İnsan, yalnız yaşayarak gelişemez. Dolayısı ile mutlaka bir toplum oluşturmalı ve kendisi de o toplumun hayra yönelik aktif bir üyesi olmalıdır.

Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.), şehirde yaşayan Müslümanların; çölde, sahrada, köyde yaşayan Müslümanlardan yarım ahiret günü daha önce Cennet’e gireceklerini ve bir ahiret gününün bin dünya yılına eşit olduğu ifade etmiştir. Çünkü medeniyet , gelişim ve ekonomik-siyasi üstünlük, etkinlik ancak bu yolla sağlanabilir.

Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, Sevgili Peygamber Efendimiz (s.a.v.) :

“İnsanların arasına katılıp ve onların sıkıntılarına sabreden; insanların arasına katılmayıp ve onların sıkıntılarına sabretmeyenden daha hayırlıdır” buyurmuştur. Buna göre bizler de, her türlü sıkıntı ve zorluklara rağmen toplum içinde kalmaya, toplumsal faaliyetler içinde bulunmaya ve aramızdaki sevginin, muhabbetin arttırılmasına, sıkıntı ve ihtiyaçların giderilmesine, düşmanlarımıza karşı kenetlenebilmeye yönelik çabalarımızı arttırmalıyız.

Yüce Allah (c.c.), kendi rızası yolunda gayretli olmayı, bu geçici dünya hayatında kendisine ulaşan yol üzerinde geride kalmamayı, son nefesimizi verirken iman, islam ve güzel bir ahlak üzere bulunmayı, böylece cennet ve cemali ile şereflenebilmeyi hepimize nasib ve müyesser eylesin.