SAMİ DAYANGAÇ


TÜRKÜLERİN ÖYKÜSÜ: YEMEN TÜRKÜSÜ VE MİHRİBAN

GÖZLEM - Sami DAYANGAÇ


Havada bulut yok bu ne dumandır

Mehlede ölüm yok bu ne şivandır

Bu Yemen elleri ne de yamandır

 

Ano Yemen’dir gülü çemendir

Giden gelmiyor acep nedendir

Burası Muş’tur yolu yokuştur

Giden gelmiyor acep ne iştir

 

Kışlanın önünde çalınır sazlar

Gözlerim ağlıyor yüreğim sızlar

Yemen’e gidene ağlıyor kızlar

 

Kışlanın önünde redif sesi var

Açın çantasına bakın nesi var

Bir çift potin ile bir de fesi var

 

Osmanlı, Yemen çöllerinde zorlu bir savaşa tutuşmuştur. Divanlar kurulur, savaş ve şartları haftalar boyu tartışılıp durulur. Sonunda Yemen ellerine, vilayetlerden birinde oluşturulacak bir alayla gidilmesinin mümkün olduğuna karar verilir. Düşünülür ki; bir tek vilayetten birlik oluşturulursa, bunlar hep akraba ve hısım olacakları için birbirlerine bağlılık ve dayanışmaları ile savaş alanından kaçmaları söz konusu olmaz. Haberler salınır, Osmanlı’nın dört bir yanından uzun beklemelere karşın istekli çıkmaz bu oluşuma. Aslında istek olmasına olur da Osmanlı’nın istediği gibi olmaz. Değişik vilayetlerden çıkan bu gönüllü sayısı da yeterli olmaz. Bu sırada Muş’tan Bulanık, Malazgirt ve Varto’dan bir ses yükselir Osmanlıya; “Hepimiz varız, gönüllüyüz Yemen çöllerine gitmeye” . Osmanlı’ya haber iletilir. Yetkililer bakar sayı yeterli, karar verilir ve Yemen çöllerine Muş’tan oluşturulan bir redif alayı gönderilir. Yemen’e gidilmesine gidilir ama hiçbiri de geri dönemez. İşte bu türkü gidip de gelemeyen o isimsiz kahramanların Muş’ta kalan sevgililerinin sesi, özlemi, elemi ve de acısıdır.

 

 MİHRİBAN

 

Sarı saçlarına deli gönlümü

Bağlamıştım, çözülmüyor Mihriban

Ayrılıktan zor belleme ölümü

Görmeyince sezilmiyor Mihriban

 

Yar deyince kalem elden düşüyor

Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor

Lambada titreyen alev üşüyor

Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban

 

Tabiplerde ilaç yoktur yarama

Aşk değince ötesini arama

Her nesnenin bir bitimi var ama

Aşka hudut çizilmiyor Mihriban

 

1960 yılında yaşadığı ölümsüz aşkı kelimelerle ebedi kılan Abdurrahim Karakoç’un gerçek adını gizleyip, Mihriban diye seslendiği o güzel Anadolu kızının hikâyesidir bu… Köyde düğün olacaktır, civardan misafirler gelmeye başlar. Genç Abdurrahim düğünde ailesiyle gelen misafir bir genç kız görür, tanışırlar… ‘Şefkatli, merhametli, muhabbetli, güler yüzlü, yumuşak huylu’ manasındaki mihribandır bu. Misafirlikleri ilerledikçe aşk da ilerler. Bir sabah Abdurrahim kalkar ve Mihriban adını koyduğu sevdalısını görmeye gider, gider ki misafirler gitmiştir. Abdurrahim’in dünyası yıkılır, hayat manasızlaşmış, aşk acısı yüreğini yakmıştır. Bu halini gören ailesi kızı bulmak için Maraş’a gider, uzun aramadan sonra kızın ailesini bulur ve kızı isterler. Önce kız küçük derler, bahane bulurlar ama bakarlar ki Abdurrahim’in ailesi ısrarcıdır gerçeği söylerler; kız nişanlıdır… Ailesinin halinden olumsuzluğu sezen Abdurrahim kızın nişanlı olduğunu duyunca; “Bir daha bu evde onun ismi anılmayacak ve konusu geçmeyecek.” der ancak yedi yıl sonra aşk ateşinin sönmediği anlaşılır, eşsiz duygu yoğunluğu olan bu dizelerle aşkın gücünü anlatan şairimiz, Mihriban’dan aldığı ‘Unutmak kolay değil’ başlıklı mektup üzerine de şiirin devamını yazar…

 

“Unutmak kolay mı?” deme,

Unutursun Mihribanım.

Oğlun, kızın olsun hele,

Unutursun Mihribanım