Ziyaretimizin 4. günü olan cuma erken saatta kaldığımız yurttan ayrılıyor ve üç araçla Talas’a doğru hareket ediyoruz... Mihmandarlarımıza yolda cuma namazını kılacak bir camide durmamız gerektiğini önceden hatırlatıyoruz.
Talas’ın Bişkek’e uzaklığı 200 KM’den az... Ama yol nedeniyle bu yolu 4 saattan önce katetmeniz mümkün değil. Tanrı Dağları’nı aşıyor ve yeniden tırmanıyorsunuz. Bu cihetle tek şeritli yolda hız yapmanız mümkün değil.
Bişkek’ten ayrıldıktan 1.5 saat sonra abdest almak üzere bir camide duruyoruz. Camilerin tuvalet ve abdesthaneleri çok sıkıntılı. Camiler daha çok Arap kültürü paralelinde yapılmış. Sadece bir camide bizdeki gibi tuvalet ve abdest alma mekanları gördük. Özellikle camilerin çoğunluğunun tuvaletleri bakımsız ve acıki pis...
Her eyalet girişinde sanki otobana giriyormuşsunuz gibi yol bariyerle kapatılmış ücret vererek ancak geçebiliyorsunuz. Bizden öndeki araçta her iki Talas’ın belediye başkanları var. Onların aracından “Talas Şaarının Meerleri”ni taşıdıkları için ücret almıyorlar. Bizde görevliye “Talas Şaarının Meerinin konakları” olduğumuzu söylüyoruz, ama dinleyen yok... Parayı verip yola koyuluyoruz... Dağlara tırmanmadan önce ilkkez karşımıza bir at sürüsü çıkıyor. Belliki otlatılmadan geliyor. 50’den fazla at var. Yolun sahibi gibi gidiyorlar. Korna çalsanızda atlar pek aldırmıyor.
ALADAĞLAR VE ZAMANTI
Tanrı Dağları Çin’den başlayarak Kırgızistan-Kazakistan’a kadar uzunan en uzun sıra dağlar. Kırgızların meşhur dağlarından biride Alatoğ...Yani Ali Dağı. Alatoğ’a Ala Dağlar da dense yeridir... Bizim araçta Talas Belediye Meclis Üyeleri Şemsettin Atasun, Haluk Güzel, Başkan Yardımcısı Halil İbrahim Önal ve ben varız. Birara araçdakilere “Lütfen bir bakın sanki Yahyalı Aladağlar’dan Zamantı Irmağı’nı takiple Kapuzbaşı’na doğru gidiyorsunuz diyorum... Yüksek dağların vadilerinden müthiş dağ manzarası eşliğinde bir yolcvuluk. Ağaç çok az. Hatta yok demek daha doğru... Vadinin bir bölümünde iki aracın yanyana geçebileceği bir yol, yanından da su akıyor... Kırgızistan’da her dagdan, her tepeden, her dereden su akıyor zaten.
RUS ESİRLERİN AÇTIĞI TÜNEL
Dağın şahikalarına doğru tırmandıkca arabanın camından sağlı sollu fotoğraf çekmeye hazırlanıyoruz. Sivri sivri dağlar. Aslında sıra dağların genel karakteristiği zirvelerinin nadir ve yumşak olması. Ama Tanrı Dağları’nda bir keskin kılıç gibi aniden yükselen zirveler insanı korkutuyor.
Artık 3 bin metrenin üzerindeki bir yükseklikteyiz. Yol kenarında yeterince bilgilendirici tabela yok. Ama ilk sinyali basınç dolayısıyla kulağımız veriyor. Sakız çiğnemeye başlıyoruz.Ve yine tırmandıkca yol kenarında bulunan kar yığınları yüksekliği bize gösteriyor.
Dağın zirvesine doğru ulaştığımızda askerleri görüyoruz. Bir tünele girecekmişiz.Tünel değil sanki filmlerde gördüğümüz korku arenası... Şoförümüz işaret diliyle açık olan camların kapatılmasını istiyor. Biraz sonra nedenini anlıyoruz.Tünelin içi tüm eksoz gazı... Aksilik bu ya bir tankerin peşine takıldık, sollama filan mümkün değil. Mecburen önünüzdeki aracı takip edeceksiniz.Tünelde ayrdınlatmada oldukca zayıf... Sonradan öğreniyoruzki tünelin uzunluğu 2 bin 800 metreymiş. Ama tankerin (kamyonun) peşinde girdiğimiz için bize daha uzun geldi. Dönüşte sanki aynı uzunlukta değil gibiydi...
Ruslar bu tüneli 2. Cihan Harbi’nde esir aldıkları Alman askerlere kazdırmışlar. Kimbilir Almanlar hangi şartlarda çalışmıştır.
Tünelden çıkınca hepimiz “Şükür” düyoruz. Güneş ne kadar güzel bir nimet.Yarın mezarın karanlığında Allah cümlemizin etrafını aydınlatsın.
Tünelden çıktıktan sonra ki aracın bizi beklediğini görüyoruz. Bulunduğumuz yükseklik yaklaşık 4 bin metre... 4 bin metre yükseklikten Adeta bir başka iklime, yayla iklimine doğru gideceğimizi görüyoruz. Karşımızda duran Tanrı Dağları’nın zirvesindeki bulutlar ve karla aynı hizadayız... Dağlar ve ova arka planda hatıra fotoğrafları çektiriyoruz.
Bu arada dağı tırmanırken cuma namazı vakti geçti... Çıktığımız gibi dolambaçlı yollardan ovaya doğru iniyoruz. Ova dedimse o da 3 bin metre filan gibi bir yükseklik. Yol kenarındaki bir mescidin yanında duruyoruz. 50 m2 var yok.Yere kilim-halı serilmiş. Haluk Güzel’in imametinde vakit namızını kılıyoruz. Gariplik her haliyle belli. Belki ayrı bir başlık açmak gerek. İslam bölgede henüz zayıf. İnsanlar inanıyor ama dinen temel hükümlerini yerine getirmede sıkıntılar var. Bu noktada Türk okullarındaki öğretmen ve şirketlerdeki yöneticiler örnek olmaya çalışıyor. Ama bu noktada Kırgızların başında bulunduğu bazı dernek ve vakıflar cami, yurt ve Kuran Kursu yaptırmak için arayıştalar...
Bişkek Talas arası 4 saat kadar. Ama, biz Bişkek’ten ayrılalı 3 saati geçti yolu daha yarılayamadık. Şüphesiz ara ara durmamız bunun nedeni...
KIRGIZİSTAN’A GELDİĞİMİ YENİ ANLADIM
Tekrar hareket ediyoruz. Bu yol Kırgızistan’ın en önemli yollarından biri. Talas, Hoş, Celalabad şehirlerini başkente bağlıyor. Kısa süre sonra araçlarımız yol kenarında bir daha doruyor. Bu arada dağların arasındayız. Her taraf mera... Ara ara tek-tük Kırgız çadırlarını görüyoruz. Etraflarında da birkaç at yada küçükbaş hayvan var...
Araçlarımızı sağa parkediyor ve sol tarafta üç Kırgız çadırı ve bir karavandan oluşan bölgeye yöneliyoruz. Gösterişli Kırgız çadırına gireceğiz. Önce Talas Belediye Başkanı Rifat Yıldırım çadıra giriyor. Ancak, birde uyarı alıyor. Çadıra önce başınızı, sonra ayaklarınızı sokacaksınız. Aynı metodla bizde çadıra giriyoruz. Tam bir Kırgız çadırı...
Çadırın orta yerinde ayağınızı altına uzatabileceğiniz engin bir masa var...Üzerine tandır ekmeği ve bazlama konulmuş. Kımız ve at sütü var. Kaymak konulmuş. Kaymet adı verilen kurutulmuş peynir var. Kayısı reçeli, bizim nöbet şekeri dediğimiz şekerde var... Öğle yemeği vakti çoktan geçti... Birazda açıktık. Bazlama ile kaymak ve reçelden yiyoruz... Tabi bol bol hatıra fotoğrafı çektiriyoruz. Çadırın sahibi bize ikramda bulunmaya çalışıyor. Çadırın içinde 85 yaşında bir kadın var. Kadın yaylaya, çadıra süt tedavisi için gelmiş. 22 torunu, 12’de torununun torunu var...
Bir süre sonra çadırdan dışarı çıkıyoruz. Mihmandarlarımız ikramlarından dolayı çadırdaki genç kızlara bir miktar para veriyorlar. Tel bir dolap içinde kurutulmaya terk edilmiş etler dikkatimizi çekiyor. Kımız yapmak için yayık ve diğer düzenekte yan çadırın içinde...
Obanın 8-10 kadar atı var... Atlara doğru yöneliyoruz. Bir kadın atı sağıyor ve heyetimize süt ikram ediyor. Haluk Güzel, Ben ve Halil İbrahim Önal sütten içiyoruz. Haluk Hoca’nın fetvası ve bizim ısrarımızla Rifat Başkan süte adeta dilini batırıyor... Belkide bir yudum içiyor. Biraz sonra yaşının 82 olduğunu ve hergün 10 litreden fazla at sütü içtiğini öğrendiğimiz bir kişi at sırtında yanımıza geliyor. Dipdiri. Kimse 82 yaşında demez. Çadır sahibinin babasıymış. Heyet üyelerinin tamamı adeta fotoğraf çektirmek için ata biniyor. Birgün sonra at binme noktasında heyetimizden en mahir ismin Başkan Yardımcısı Halil İbrahim Önal olduğunu şahitlik ediyoruz.
Çadırların etrafında yaşları 3-5 arasında çocuklar var. Hafif bir rüzgar esiyor. Üşütmüyor, ama tedbirli olmak gerek. Güneşin yüzlerini yaktığı çocuklar maşallah dipdiri... Sanki her tarafları kan dolu...
Burada bir hayli takıldık, ama, değdi; çadır, ikram, at, süt derken Kırgızistan’da olduğumu yeni anladım.
YARIN:TALAS’DA ÖNCE FIRINA UĞRUYORUZ