Sevgili dostlarım hafızam beni yanıltmıyorsa seksenli yılların sonun idi, şimdi hayatta olmayan merhume bir kadın yazar ‘Kadının adı yok’ isimli bir kitap yazmıştı ve bir anda ülkemizdeki feministlerin bayraktarlığına soyunmuştu. Kitap o denli rağbet görmüştü ki yıllarca söz ettirmişti kendinden. O zamanlar henüz hayatı algılamaktan, dengeleri yorumlamaktan çok uzak tıfıl bir üniversite öğrencisi olarak çok ayrımına varamamıştım yaşananların fakat bu gün 40 yaşını geride bırakmış bir eş, bir baba olarak müşahade etmekteyim ki dostlarım gerçekten kadının adını yok etmişler.
Açık söylemek gerekirse erenler kadınları fıtratlarından uzaklaştırıp tuhaf bir cinsiyet haline dönüştüren kapitalist ve güya modern, aynı zaman da feminist düşüncenin özellikle son yüzyılda “önce kariyer hikâyesi adıyla” kadına en öldürücü darbeyi de vurduktan sonra kadını en büyük mutsuzlar ordusuna katmayı elbirliği ile başarmışlar.
Oysa bütün dünyada;
Kadın zarafetin timsalidir.
Kadın güzelliğin sembolüdür!
Kadın inceliğin, duygusallığın, nezaketin kalbidir.
Kadın doğurganlığın remzidir!
Kadın nazenin ve kırılgan bir çiçek gibidir!
Ama gelin görün ki dostlarım son yüzyılda erkeklerin yaptığı her işe kadınları da bulaştırdılar. Bir zamanlar erkek mesleği diye bilinen birçok meslek artık öyle anılmıyor çünkü çoktan karma meslek haline dönüştürülmüş bile. En son içi balık dolu seyyar el arabasını iteleyen kadını gördüğümde başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü ve uzun zaman kendime gelememiştim.
Dostlarım sizlerde fark ettiniz mi acaba son yıllarda hızla meydanlara dalan kariyer delisi kadınlar güruhu ortalığı kasıp kavuruyor!
Meydan kırkını devirmiş yaşlı kızlarla kaynıyor adeta!
Erkekleşmiş hatta sesleri bile kalınlaşmış, tavır ve üslubu sertleşmiş kavgacı kadınlar tamamen fıtratlarından uzaklaşmaktalar.
Kimse kusura bakmasın dostlarım ama ben fakir kadına en çok yakışan meslek kadınlık ve anneliktir kanaatinde olanlardanım !
Mutfakta bir tas çorba pişirmeyi bilmeyen, evliliği gereksiz ve hatta yük olarak gören, bir çocuk doğurup büyütmenin insanlığa en büyük hizmet olduğunu kavrayamayan, âşık bile olmamış, aşkı tanımayan, sevmeyi, hissetmeyi hiç tatmamış, kalbi katılaşmış, bedenine yabancılaşmış, kaba saba kadın cinsinden hiç ama hiç haz etmiyorum doğrusu!
Bu tür kadınlar evin yolunu bile unutmuş dostlarım.
Zaten ev ne ki onlar için , akşama gelip yattıkları yer dahası yok!
Geçtiğimiz günlerde dinlediğim bir radyo programcısı çok güzel bir tebiti dillendiriyordu programında. Diyordu ki “ kadınları çalışsınlar diye bir dışarı gönderdik, artık içeri sokamıyoruz”.
Ne açık ve acı bir o kadar da yerinde bir tesbit, aslında bir serzeniş değil mi erenler!
Kadının kendini ifade etmesine hiçbir şey dediğimiz yok dostlarım, lakin sırf erkeklerle kapışmak için girdikleri birçok alan hakikaten bir erkek olarak beni rahatsız ediyor, zira erkeğe benzemiş bir kadın bedeni ve tavrı itici olmasının yanı sıra fena halde ürkütüyor beni , gelecek adına kızlarım, yeğenlerim adına yarenler!
Dostlarım Sabah Gazatesi yazarı Yüksel Aytuğ önceki gün kadınlarla ilgili bir tesbitini paylaştı köşesinde ve bir anda bütün medyanın boy hedefi haline geldi . Özellikle kadını ile erkeği ile bütün feminist güruh linç kampanyası başlattı . Peki, ne yazmıştı Sn. Aytuğ diye soracak olursanız yarenler demişti ki “Kadınlık olimpiyatlarda ölüyor. Ben kadın derneklerinin yerinde olsam, olimpiyat oyunlarını şiddetle protesto ederdim. Kocaman omuzlar, küçücük kalçalar ve tahta gibi dümdüz göğüsler... Kadınlığın, analığın, bereketin simgesi olan göğüsler, hızı engelleyen birer "safra" olarak görülmüş olmalı ki, çocukluktan bu yana adeta budanmış. Bazı kadın ciritçileri, güllecileri, güreşçileri, haltercileri, boksörleri saymıyorum bile... Onların görüntüleri hepten içler acısı...”
Evet, bu sözleri söyleyen yazar, günlerdir medyada topa tutuluyor!
Yahu yalan mı?
Dostlarım, ben bir erkek olarak o kadınlara bakarken strese giriyor, ruhum sıkılıyor, ürperiyorum.
Ve Yüksel Aytuğ’a yerden göğe hak veriyorum.
Hatta az bile söylemiş diyorum.
Bu gerçekleri söylemek neden suç ve neden bizim feministler ordusu hemen ayağa kalkıyor ve kadın hakları hikâyesini koro halinde terennüm ediyorlar anlamıyorum.
Gerçekten de anlamıyorum.
Bu güneş kadar açık ve belirgin olan gerçeğin neresi yanlış?
Yani bir kadın bütün asli meziyetlerini yitirip bir kenara bırakarak bir olimpiyatta “altın madalya” alsa ne olur, almasa ne olur?
Bu küçük yuvarlak teneke anneliğin, eş olmanın , yar olmanın yerini doldurup ömür boyu onu mutlu etmeye yeter mi?
Maazallah sporcu olmayanların çoğu da duygusuz ve katı!
Onlar da ayrııııı bir dert yaaaaa!
Bu kariyer yıllarını başarıyla atlattıktan sonra “yaşlı koca” avına çıkan bu kariyerci bacılara da nacizhane tavsiyem bir an önce evlenip çocuk doğurup en asli görevlerini kariyer palanlarının en başına koysunlar ve evde bir başına kalıp yaşlanmasınlar.
V e dostlarım üstad Yavuz Bülent Bakiler’in bir dizeleri ile son noktayı komak arzusundayım.
Önceleri yurdumun ak tenli kızlarının
Türküler gibi içten sıcak halleri vardı
Kızlar ki ince, zarif, mahzun kuğulardı
Kuğularım nerdesiniz?