RAMAZAN AYI

EBEDİ SAADETİ KAZANMA AYI´DIR

Güncel 1.07.2015 00:00:35 0
RAMAZAN AYI
Haberi Sesli Oku

?´RAMAZAN AYI´, EBEDİ SAADETİ KAZANMA AYI´DIR?

 

Sevgili Okurlarım;  Bu köşede söylemleri ile sizlere faydalı olacağını inandığımız  isimleri konuk ederek gündelik yaşama dair kafanızdaki soru işaretlerini yok etme anlamında çaba göstermeyi sürdürüyoruz? Umuyoruz faydalı oluyoruzdur? Umuyoruz röportajımız keyifle okunur niteliklere haiz olarak sizlere ulaşıyordur? Bu düşüncelerle haftanın röportajında  Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdoğan Pazarbaşı2nın kapısını  çalıp  Ramazan Ayı´nın faziletlerini konuştuk?

 

Üsten:  Sn. Erdoğan Pazarbaşı  sorularımıza geçmeden  önce sevgili okurlarımıza kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

 

Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erdoğan Pazarbaşı: 1959 yılında Kayseri´de doğdum. İlk ve ortaöğrenimini müteakip yüksek öğrenimini 1980 yılında Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü´nde tamamladım. 1981-1988 yılları arasında Milli Eğitim Bakanlığına bağlı muhtelif ortaöğretim kurumlarında Meslek Dersleri, Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmenliği ve yöneticilik görevlerinde bulundum. 1987 yılında yüksek lisans programını bitirdim ve 1988´de Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Temel İslam Bilimleri Bölümü Tefsir Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi kadrosuna atandım. 1994´te doktor unvanını aldım. 1994 yılında aynı fakültede yardımcı doçent kadrosuna atandım. 1994-95 eğitim-öğretim yılında Azerbaycan Bakü Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde öğretim üyesi olarak görev yaptım. Burada alanımla ilgili dersler vermenin yanında, Dekan Yardımcılığı görevini de yürüttüm. 1996-97 eğitim-öğretim yılında Fakültemin görevine döndüm.  1997 yılında doçent, 2003 yılında da profesör oldum. 1999-2002 yılları arasında Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde Müdür Yardımcılığı görevinde bulundum ve 2002´de İlahiyat Fakültesi Dekan Yardımcısı, 2005´te Tefsir Anabilim Dalı Başkanı oldum. Fakültemizde öğretim üyesi olarak devam etmekteyim. Evli ve dört çocuk babasıyımdır.

 

C. Üsten: Hocam  sizi kısaca tanıttıktan sonra dilerseniz ´Ramazan Ayı´nın faziletleri nelerdir diyerek  konuya hızlı bir başlangıç  yapalım?

 

?´RAMAZAN AYI´, EBEDİ SAADETİ KAZANMA AYI´DIR?

 

Pazarbaşı: ?Ramazan Ayı ?delinince 11 ayın sultanı aklımıza gelir. Rahmet, mağfiret ayı, ebedi saadeti kazanma ayı olarak aklımıza geliyor. Bir manevi iklimin yaşandığı mübarek bir mevsime Rabbim bizlere nasip etti. Ve bu ayın en güzel ibadeti ?oruç tutmakla´ da bizleri mükellef kıldı. Diğer bütün dinlerde de oruç ibadeti vardır. Peygamber Efendimiz Hadis-i Şerif´inde de buyuruyor ki; ?Oruç tutunuz, sıhhat bulunuz´. Demek ki Oruçta sıhhat vardır, sağlık vardır, afiyet vardır. Kendi soframızı başkalarıyla paylaşalım. Ecdadımızın bize bıraktığı adetlerde akşamleyin bir yemek piştiği zaman komşulara dağıtılırdı.  Bunlardan vazgeçilmesin devam edilsin.

 

Üsten: Sevgili hocam, her Müslüman,hepimiz  zaman zaman vesvese durumuna düşüyoruz. Özellikle ramazan ayında bu durum daha da sık yaşanıyor.  Vesvese konusunda neler söylersiniz? Bu durum bir tğr psikolojik rahatsızlıkmıdır?

 

?İLERİ BOYUTLARDA VESVESE TEDAVİ GEREKTİREN BİR DURUMDUR?

 

Pazarbaşı: Hafif tarzda, insanın davranışlarını etkilemeyen küçük vesveseler vardır. Veya bu vesvesenin ileri boyutlara taşıyıp da insanın haliyeti ruhiyetini bozacak durumlar söz konusudur. Vesvesenin boyutuna göre tedbirler alınmalıdır. Çünkü ileri boyutlarda vesvese tedavi gerektiren bir durumdur. Bu tedavi iki şekilde olabilir. Bizler İlahiyat alanında araştırma yapan insanlar olarak, İnsanların haliyeti ruhuyileri psikolojileri noktasında telkin yapma durumundayız. Eğer bizim vesvese noktasında bir din adamı tarafından yapılacak telkin ise, biz bu telkini yapmak durumundayız. Mesela ölüm korkusu kaplayan insanlar var. Bu ölüm korkusunu biz dini açıdan baktığımız zaman bu şekilde insanların gönlünü yatıştıracak, ölümün yok olmak değil, sonsuz hayata açılan bir kapı olduğunu ve benzeri şeyler söylemek suretiyle bir telkin bulunuyor ve insanların ölüm korkusunu yenmesine sebep olabiliriz. Ama burada tıbbı bir boyut varsa orada da tabiplerimiz psikologlarımız görevlerini yapıyorlar. Onlara müracaat etmek gerekir. Bir Müslüman kendi dünyasında acaba Allah var mı? Yok mu? Diye bir vesvese geçirirse veya ahiret var mı? Öldükten sonra dirilme var mı? Gibi ve benzeri itikadı boyutlarda bir ?vesvese´ ye kapılırsa, bu vesvese halinin devam etmemesi asıldır. İnsan her şeyden önce ikinci bir şansa ihtiyaç göstermeden kendi içerisindeki bu vesveseleri yenmek için bir ?akıl yürütme´ bir ?muhakeme´ idmanı yapmak durumundadır. Yani burada ben kimim? Nasıl var oldum? Beni kim var etti? İnsanın kendi nefsine yönelmesi ve kendisini tanıması gerekir. Peygamber Efendimiz S.A.V bir hadis-i şeriflerinde  ?Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu´ yani Rabbini tanıyan kendini de tanır demişlerdir. Dolayısıyla Allah inancı asıl ve olması gereken inançlardan biridir. Fıtri bir inançtır. İnsan kendilerine bu soruyu sorduğu zaman varlığımın gayesi nedir? Varlığımın sonu ne olacak? Ölüm ötesi hayat? Buradaki benim durumum nasıldır? Gibi bu noktalarda sorguları yapmaya başladığı zaman hayatta hiçbir şeyin tesadüfen kendiliğinden olmadığını görecektir. Bütün bu evreni kendiside dahil olan çevresinde gördüğü her şeyi kafasını yere doğru erdiğinde, göklere çevirdiğinde kendi iç dünyasında döndüğünde de her şeyin bir sahibi olduğunu fıtratı kendisine söyleyecektir. Sonsuz hayat inancı vardır.

 

Üsten: Peki, Vesvese ile şüphe arasındaki fark nedir?

 

?ŞÜPHENİN OLDUĞU YERDE İMAN BARINAMAZ?

 

Pazarbaşı: Kişinin vesvese duyması demek, şüphe duyması demek anlamında değildir. Çünkü şüphede bir inkâra doğru giden bir yol kapı aralanmış demektir. Bu anlamda baktığımız zaman şüphe ile iman bir arada bulunmaz. Veya şüphenin olduğu yerde iman barınamaz. Onun için vesveseyle şüpheyi birbirinden kesinlikle ayırıyoruz. Birinci husus budur. Vesvesenin hafif ve sonuçlandırılmamış bir şekilde tutulduğu takdirde imana zarar vermediğini söyleyebiliyoruz. İnsanın kendisine ait varlığı ve evren ile ilgili sorgulamaları sonucunda tamamen zayi olup, gidip imanın takviyesi kuvvetlenmesi haline dönüşürse oda vesvese duyan kişi aslında bir kazanç haline gelir.

 

Üsten: Günümüzde  çok yaygın hale gelen ve her geçen gün daha da yaygınlaşan  özellikle gençlerin çok sık kullandığı oje,saç boyası tarzı kimyasal içerikli  maddeler abdeste ve gusle bir engel teşkil eder mi? 

 

?OJE, ABDESTE VE GÜSULE MANİ BİR DURUMDUR?

 

Pazarbaşı: En güzel makyaj insan olmaktır, en güzel makyaj gençliktir ve insanın yaşlılığı da bir insanın en güzel makyajlarındandır. Her yaşın kendine özgü bir makyajı güzelliği yani fıtri anlamda vardır.  Ojenin abdest veya gusle engel teşkil edip etmediği sorusu sıkça sorulur. Oje bildiğiniz gibi tırnağın üzerini kaplamakta ve abdest aldığımız zaman suyun tırnağa temasını engelleyici bir tabaka oluşturmaktadır. Bu durumda abdest ve gusül olmaz oje abdest gusüle mani yani bir engel teşkil eder. Genel kaide ilke şudur, suyun insanın tenine temasını engelleyici bir tabaka oluşturuyorsa bu abdeste ve güsule mani bir durumdur. Bu durumdaki bir kişinin abdesti ve güsulu gerçekleşmiş olmaz. Saç boyası meselesi de bunu yine aynı çerçevede değerlendire biliriz. Zaten saç boyası ki genelde geleneksel olarak kına bizim kültürümüzde hanımlarının saçlarına kına yakma konusu vardır. Tabi bu kına hükmündeyse buradan şunu demek istiyorum. Saç boyası saçın telleri üzerinden suyun temasına engelleyecek bir tabaka oluşturuyorsa hüküm aynıdır yani abdestle güsule engel teşkil eder. Eğer herhangi bir tabaka oluşturmuyorsa abdest ve güsule engel teşkil etmez.

 

 Üsten: Makyaj konusuna neler söyleyecek siniz?

 

Pazarbaşı: Makyaj konusunu başlı başına bütün bir şekilde bakmak gerekir. Yapılan makyajın çeşidine cinsine hangi amaçla yapılıp yapılmadığına da bakmak gerekir. Bu arada bazı insanların veya çevredeki insanların dikkatlerinin üzerlerinde yoğunlaşmasını sağlamak ki burada bizim dinimiz kadın ve erkek arasında bir mahremiyet konusunu dile getirir. Tabi burada bütün olumsuz gözleri üzerine çekecek makyaj yapmak doğru bir yaklaşım değildir. Ama genel manada şunu söylersek bir Müslüman hanımda beyde makyaj konusunda hassas olmalı. Müslüman bir hanımın kendisini her türlü haramdan koruması gerekir. Art niyetli kötü niyetli insanların odak noktasın haline getirecek makyaj ve kıyafetlerden sakınması onun dini bir sorumluluğudur ve ahlaki bir sorumluluğudur da diyebiliriz.

 

Üsten: Bir müslümanın alkollü içecekler satılan merkezlerden alış-veriş yapma konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

?BİR MÜSLÜMANIN ALIŞ-VERİŞ YAPMASI UYGUN DOĞRU BİR DAVRANIŞ DEĞİLDİR?

 

Pazarbaşı: Fıkhı açısından baktığımız zaman alınan ürün helal kapsamında olduğu için herhangi bir sakıncası yok. Ama Bir müslümanın inançlarına değer vermeyen, raflarında dininin yasaklamış olduğu alkollü içecekleri barındıran bir marketten, bufeden alış-veriş yapmak doğru bir davranış değildir. Dolayısıyla alkollü içeceklerin satılmış olduğu yerlerden siyaseten bir müslümanın alış-veriş yapması uygun doğru bir davranış değildir. Çünkü bir müslümanın hem dinin emir ve yasaklarına saygısı vardır. Hem de kendisine saygısı vardır. Kendisine ve inançlarına saygı göstermeyen bir alış-veriş yapmak insan onuru açısından da zedeleyici olarak görülebilir. Alkollü içecek satan yerden ?Biz helal olan peçete, ekmek veya su alıyoruz´ şeklindeki cevaba tamam bunda bir sorun yok ama bir de işin siyaseti şehriyesi vardır. Bir müslümanın siyaseti şehriyesi olmalıdır. Umumi hariciye derler. Bir müslümanın güdeceği bir siyaset, bir hareket, bir yaklaşım tarzı da söz konusudur. Bu açıdan da meseleyi değerlendirdiğimiz zaman bu tür alış-veriş merkezlerinden veya içki satılan yerlerden alış ? veriş yapmak müslümanın siyaseti şehriyesi açısından uygun bir davranış değildir. Her şeyden önce bir müslümanın töhmet mahallelerinden uzak durmalıdır. Bir insan bir içki büfesinden ekmek alırken dışarıdan gören insanın aklına değişik düşünceler gelebilir. İnsanların kendi hakkında kötü düşüncelerinin de önüne geçmek, bizim duyarlılığımız olmalıdır.

 

Üsten: Peki, toplumumuzun tenkit ve eleştiri kültürümüzü nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce insanlarımız  eleştiri ve tenkit kültürünü layıki ile  kazandı mı? 

 

?TOPLUM OLARAK EN ÇOK KALDIRAMADIĞIMIZ KONU TENKİT EDİLMEKTİR?

 

Pazarbaşı: Toplum olarak en çok kaldıramadığımız konu tenkit edilmektir. Tenkit edilmekten çok korkuyoruz. Siyasi arenada maalesef çok kötü durumlar görüyoruz. Her alanda ahlaki bir seviyenin olması gerekiyor.  Burada insanın onuru korunması gerekiyor. Yalan iftiraları tenkit kapsamına asla sokamayız. Tenkit edeceğim diye kimsenin onuruyla haysiyetiyle oynama hakkımız asla söz konusu değildir. Çünkü insanın onuru şahsiyeti kutsaldır.  Onun için Yüce Mevlam´ız ?Settarul ? uyüp´  yani kulların ayıplarını örtendir. Bizim yapmamız gereken kulların hatalarını yerinde, zamanında, kırmadan, dökmeden ve şahıslandırma yapmadan tenkit etmeliyiz. Yani Kötü niyet iyi bir şey değildir. Her şeyden önce insanlara iyi niyet olmamız, ?Hüsn-ü zan´ beslememiz ve insanların kötülüğünü değil, iyiliğini istememiz gerekiyor. Niçin tenkit yapılır? Tenkit eden kişinin niyeti gayesi nedir? Yapmak geliştirmek mi? Yoksa yıkmak tahrip etmek için mi? Gibi bu eleştiriler yapılmaktadır. Kısaca niyet sorgulaması yapmak gerekiyor. Tenkit eden kişinin niyeti nedir? Tahrik etmek, küçük düşürmek, utandırmak veya aşağılamak mı? Bunların iyice tespit edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu bakımdan tenkitin gayesi, maksadı, hangi amaçla yapıldığı ve niçin yapıldığı üzerinde durmak gerekiyor. Günümüzdeki tenkit yaparken, kuru - kuruna, boşu - boşuna, asılsız, gerekçesiz bir şekilde tenkit yapılıyor. Televizyon programlarında, tartışma programlarında insanlar geliştirmek, yapıcı olmak veya güzelleştirmek için tenkit yapmak yerine kendi varlığını ispat için, kendini korumak için başkasının yokluğunu hedefliyor. ?Ben var olmak istiyorsam, karşındakinin yok olması´ gerekir tarzında tenkitlerin yapıldığını maalesef görüyoruz işitiyoruz. Toplum olarak en çok kaldıramadığımız konu tenkit edilmektir. Tenkit edilmekten çok korkuyoruz. Siyasi arenada maalesef çok kötü durumlar görüyoruz. Her alanda ahlaki bir seviyenin olması gerekiyor.  Burada insanın onuru korunması gerekiyor. Yalan iftiraları tenkit kapsamına asla sokamayız. Tenkit edeceğim diye kimsenin onuruyla haysiyetiyle oynama hakkımız asla söz konusu değildir. Çünkü insanın onuru şahsiyeti kutsaldır.  Onun için Yüce Mevlam´ız ?Settarul ? uyüp´  yani kulların ayıplarını örtendir. Bizim yapmamız gereken kulların hatalarını yerinde, zamanında, kırmadan, dökmeden ve şahıslandırma yapmadan tenkit etmeliyiz. Yani Kötü niyet iyi bir şey değildir. Her şeyden önce insanlara iyi niyet olmamız, ?Hüsn-ü zan´ beslememiz ve insanların kötülüğünü değil, iyiliğini istememiz gerekiyor.

 

Üsten: Verdiğiniz bilgilerden dolayı çok teşekkür ederiz. Umarım,  bu konularla ilgili değerli okuyucularımın kafasındaki soru işaretlerine bir nebze de olsa çözüm bulmuşuzdur. Değerli okuyucularım; yeni bir röportajla, farklı konularda yeni bir konukla haftaya görüşmek dileğiyle..Allaha Emanet Olun?Esen kalın..Sevgi ve Saygılarımla..